Dijital Oyun Sektörüne Genel Bir Bakış

Organizasyonlarına bir süredir ara vermiş olan Mobile Monday Türkiye, dün gece Dijital Oyunlar ve Alışverişte Dijital Devrim konulu iki paneliyle tekrar başladı. Organizasyon, kötü hava koşullarına rağmen TTNET’in evsahipliğiyle başarıyla gerçekleşti. Son zamanlarda odağımı tamamen kaptırdığım iki konudan biri olan “Dijital Oyunlar” oturumu en çok dikkatimi çeken oturum oldu. Bu oturum ile ilgili olarak aldığım notlarımı katılamayanlar için paylaşıyorum. Önümüzdeki yıllarda tekrar dönüp baktığımız zaman değişimi ve gelişimi daha da net görebileceğiz.

Yeni Medyanın Yeni İşi: Dijital Oyunlar başlığıyla, Türkiye Dijital Oyunlar Fedarasyonu Yönetim Kurulu Üyesi Erdem Çelik dijital oyunların, dünü, bugünü ve yarını ile ilgili başarılı bir sunum gerçekleştirdi.

Dijital Oyunların Doğuşu!

– Dijital oyunların doğuşu olarak 1962 tarihi kabul ediliyor. Bu tarihten beridir, dijital oyunlar hayatımızın bir alanında yer alıyorlar.

– 70’lerde Atari, Space Invaders ile gelişmeye başlayan dijital oyun pazarı 80’lerde Tetris, EA, Nintendo ile gelişmeye devam ederken 90’larda PlayStation, Sega, Counterstrike ile çok büyük bir kitleye ulaştı ve Xbox, WOW, Wii, Zynga derken dijital oyun sektörü hatta Erdem Bey’in haklı deyişiyle “endüstrisi” şekillenmeye başladı.

Peki bu endüstri hangi boyutlarda? Nasıl bir kitleden söz ediliyor?

– 1 Milyar oyuncu! Dünya nüfusunun geçtiğimiz günlerde 7 Milyar’ı geçtiğini hatırlatmak isterim.

– Oyunla tanışma yaşı 5 yaşından daha az. Dijital oyunlarla tanışma yaşı artık eskisi gibi yüksek değil. Çocuklar teknolojinin, internetin içine doğdukları için bu yaş da oldukça azalmış durumda. Böyle olmasının iyiliğini veya kötülüğünü siz tartışabilirsiniz.

– Oyun ekonomisinin dünyada ulaştığı mali rakamlar 70 Milyar dolar civarında. Türkiye’de ise yine 200 Milyon dolar gibi hiç küçümsenemeyecek boyutlara ulaşmış durumda.

– Yukarıdaki verileri karşılaştırmak isterseniz Hollywood ve müzik endüstrisi ile karşılaştırabiliriz. Oyun endüstrisi, hepimizin hayranlıkla izlediği Hollywood’dan daha büyük! Müzik endüstrisini ise büyüklük olarak ikiye katlamış durumda!

– Hepimizin oynadığı kızgın kuşlar ise (Angry Birds’den söz ediyorum) tüm dünyada neredeyse 500 milyondan kişi tarafından indirilmiş.

– Hayatımızda enteresan bir yeri olan Facebook’da oyunların payı %80 olarak görülüyor. Yani Facebook’u Facebook yapan şey de oyunlar diye düşünebiliriz. Kim bilir, belki de öyledir!

Dijital Oyun Pazarında İş Kolları

Dijital bir endüstriden söz edildiği için bir çok kişi iş kolu açısından çok fazla değerlendirmeyi düşünmüyor. Şöyle bir gerçek var ki, Facebook için ürettiği oyunları ile popülerleşen oyun devi Zynga’nın çalışan sayısı Facebook çalışanı sayısıyla eşitlendi. Daha bilindik bir karşılaştırma verecek olursak bir sinema filmi için yapılan çalışmalar neler ise oyunlar içinde aynısını söyleyebiliriz. Dolayısıyla neredeyse bir film yapımında çalışan kişi sayısı kadar çalışana ihtiyaç duyulur. Hatta oyunların sürekliliğini de düşünürseniz iş kolu açısından sinemadan daha değerli olduğunu bile çıkarabiliriz.

– İçerik geliştirme ve satınalma, Lokalizasyon, Pazarlama – Ticarileştirme, Teknik Operasyonlar, Oyuncu Servisleri ve Operasyonlar gibi ana başlıklar oyun dünyasındaki iş kollarını kapsar. Bunların her biri kendi alt kollarını da oluşturur.

Dijital Oyunlar İçin Gelir Modelleri Nelerdir?

Dijital oyunlar için çok çeşitli gelir modelleri bulunuyor. Bazen oyunlar, gelir modeliyle beraber oluşurlar. Yani oyunun gelir modeli de oyun gibi tamamen farklı bir şey olabilir. Bu nedenle sınırlamak pek doğru olmaz ama bilinen gelir modellerini sıralayabiliriz:

– Kutu satışı: Oyunların – Konsolların, kutu içerisinde satışları en bilinen gelir modellerinden biridir.

– Dijital Dağıtım: Steam gibi oyunu elle tutulur bir şekilde almadığımız, tamamen dijital olan, fakat kutu satışından daha mantıklı olan dağıtım kanalı önemli bir gelir modelidir.

– Oyunun içinde, etrafında bulunan reklamlar bir gelir modeli oluşturmaktadır.

– Oyunların bir kısmını ücretsiz olarak sunup, kullanıcıyı bağladıktan sonra yeni bölümler veya yeni versiyonlar için para istemek bilinen ve işleyen bir gelir modelidir.

– F2P (Free To Play) Gelir Modeli: Oyunlarda en doğru gelir modeli olduğuna inandığım bu gelir modelinde, kullanıcılar sınırlama olmaksızın oyunun özelliklerinden faydalanırlar. Fakat bu oyunlarda diğer kullanıcıları, arkadaşlarını geçme arzusu, yenme arzusu onlardan daha üstün olmayı isteme arzusu nedeniyle kullanıcıya bir şeyler alması gerektiği hissini uyandıran bir türdür. Kısaca oyunu para vermeden oynayabilirsiniz fakat daha çok özellik, daha hızlı gelişim istiyorsanız bir şeyler satın almak zorundasınız. Bu modele en güzel örnek FarmVille oyunudur.

Bunlar dışında, sunucu kiralama, jetonlar, oyun kartları gibi modeller de kurgulanabilir. Oyun sektöründe ise son olarak Merchandising görülüyor. Daha önce de dediğim gibi oyunların en büyük avantajı kendi gelir modelini yaratabilme şanslarıdır. Bu nedenle ilerleyen dönemlerde çok çeşitli oyunlar göreceğimiz için çok çeşitli gelir modelleri de göreceğiz.

Dünyada hızla gelişen oyun sektöründe ülke olarak henüz çok başlardayız. Daha almamız gereken çok yol var, bunu rakamlarda da görebiliyoruz. Bu nedenle bu sektöre ciddi yatırımlar yapılacaktır. Sizler de çalışmalarınızı bir daha gözden geçirebilirsiniz.

Ercüment Büyükşener‘e ve Natali Yeşilbahar‘a organizasyon için ayrıca teşekkürler.

İnternet Reklamları Yapın Ama Önce Kullanılabilirlik!

İnsan ile etkileşimin olduğu her sektör artık internetten faydalanıyor. “internetin yaygınlaşmasıyla…” diye başlayan cümleler kurmaktan uzaklaşıyoruz. Şirketler, kurumlar, kişiler, bir şekilde “insan” ile iletişimde olması gereken, etkileşimde olması gereken herkes internete para harcıyor. Çünkü, insanlar artık her şeye internetten ulaşmaya çalışıyor. “Düğün fotoğrafçısını internetten araştırarak seçiyor, yemek yiyeceği lokantayı internette yer alan yorumlar doğrultusunda belirliyor, kıyafetlerini internetten alıyor, yola çıkmadan önce internete bakıyor, her türlü biletini internetten satın alıyor…” Uzattıkça uzatabiliriz bu listeyi. İkili etkileşimin olduğu her alana ikinci kişi olarak interneti koyabiliriz. Bu her iki taraf için de geçerli.

Durum bu kadar etkili, bu kadar büyük bir hale geldiği için de internete harcanan paralarda artmaya başlıyor. Bu rakamlar sektörden sektöre çok değişiklik gösterebilir ama hemen her sektör artık internete yatırım yapıyor. Bu yatırımların en temel iki nedeni olduğunu düşünüyorum.

1- Bilinirliği arttırarak gelir elde etmek.

2- Direkt olarak satış rakamlarını arttırarak gelir elde etmek.

Her iki durumda da ana amaç doğal olarak para kazanmak. Fakat ikisi arasında önemli bir fark bulunuyor. Bilinirliği arttırarak gelir elde etmek için çok ciddi bir efor harcamaya gerek yok. Basit bir internet sitesi, blog sayfası ile kendinizi anlatabilir ve gerekli bilinirliği sağlayabilirsiniz. Ama direkt olarak siteniz üzerinde işlem yaptırarak gelir elde ediyorsanız reklam harcamalarından önce yapmanız gereken daha önemli şeylerin olduğunu bilmeniz lazım.

Kullanıcı Dostu Siteler

-Kullanıcıların bir siteye girdikten sonra hemen çıkma oranı 10 sn bile sürmeyebiliyor. Bu nedenle potansiyel müşterilerinizi ilk önce sitenizde tutmanız gerekiyor. Bunu yapabilmek içinde şık bir tasarıma sahip bir internet sitenizin olması gerekiyor.

-Şık bir internet sitesi yaptınız ama o kadar jan janlı yaptınız ki site açılmıyor! Bu da kullanıcıların kaçması için önemli bir neden. Sitenizin hızlı açılmasını sağlayın. Şık bir şey yaparken sadeliğinizi de korumaya çalışın.

-Çok şık ve sade bir siteye sahip oldunuz. Çok da hızlı açılıyor fakat kullanıcılara hala mesaj veremiyorsunuz! Sitenizi veya sisteminizi kullanıcıların dikkatini çekebilecek şekilde 1-2 cümle ile hatta yapabiliyorsanız daha kısa bir şekilde yapın. Bu sayede ziyaretçi doğru  yere geldiğini anlar ve hemen çıkmak yerine biraz daha dolanmak ister.

-Her şey güzel gidiyor, kullanıcılar siteye giriyor, doğru yerde olduğunu anladığı için gezmeye devam ediyor hatta artık sona yaklaştı ve aksiyon alacak. (Sitenizin dinamiğine göre size kazanç sağlayacak olan işlemi yapacak) Ama bir anda siteden çıktı gitti! Evet, en önemli kısım bu. Çünkü e-ticaret sitelerinden yola çıkacak olursak sepeti doldurup, alışverişi tamamlamadan çıkan kullanıcı oranı oldukça fazla. Bu nedenle, bu kullanıcıların neden çıktığını, tamamlaması için neler yapmanız gerektiğini araştırmanız gerekiyor. Burada en önemli şeylerden biri ödeme sayfasının kullanılabilirliği. İnternetten alışveriş yapmamızın en önemli nedeninin “rahatlık” olduğunu düşünecek olursak kullanıcıyı zora sokan, kötü bir ödeme sayfası, o kullanıcıyı kaçırmamız için çok önemli bir nedendir. Bu nedenle ödeme sayfanız mümkün olduğunca basit, kullanışlı ve açıklayıcı olmalıdır. Kullanıcıların kafasında herhangi bir soru işareti kalmadan işlemi tamamlamalarını sağlamanız gerekir.

-Ödeme sayfanıza gelene kadar kullanıcılarınızın adımlarını takip edin, kim nerede neden çıkmış tespit etmeniz için çok yararlı olacaktır. Hatta sepeti doldurduktan sonra giden kullanıcılara ulaşma imkanınız varsa ulaşın (arayın, mail atın…) nedenini sorun, yardımcı olmaya çalışın. Bu hareketiniz kullanıcıyı kazanmak adına çok yararlı olacaktır.

Artık sade, açıklayıcı, kullanıcı dostu bir arayüze sahip bir internet siteniz var. Bu site üzerinden elde ettiğiniz gelir oranını arttırmak için reklam harcamalarına başlayabilirsiniz. Bu reklam harcamaları, yukarıdaki düzenlemeleri yapmadan yapacağınız harcamalardan çok daha fazla getiri sağlayacaktır. Bunu çok net görebilirsiniz. WordStream‘in yayınladığı, Google’ın reklam verenleri ile ilgili raporu mutlaka inceleyin. Bu raporda, her yıl internet reklamlarına milyonlar harcayan markaların nasıl internet sitelerine sahip olduklarını inceleyin. İnternet sektörüne meraklıysanız zaten bu şirketlerin kullanıcılarına yönelik yaptığı çalışmaları, başarı öykülerini de zaten biliyorsunuzdur.

Hepinize bol kazançlar!

Bilinçli Medya Okur Yazarlığı

Teknolojinin gelişmesiyle beraber artık medya da hayatımızın her alanında yer almaya başladı. Akıllı telefonlarımız, akıllı televizyonlarımız, dijital reklam panoları, alış veriş merkezlerinde yer alan televizyonlar, metrolar, otobüsler, duraklar… Her yer artık haraketli, bizlere bir şeyler anlatan içeriklerle dolu. Bunların hemen hepsi bizlere günlük mesajlar verdiği için “medya” kapsamına girdiğini söyleyebiliriz. Medya materyallerine bu kadar sık ve çabuk ulaşabiliyorken bunları anlamlandırabilmek de daha büyük önem kazanmaya başladı. Artık medyaya ulaşmaktan çok “medyayı okumak” en önemli önceliğimiz olmaya başladı.

Geçtiğimiz günlerde yaşadığımız ve hepimizi derinden sarsan Van depremi sonrası sosyal ağlarda, sosyal ağlardan aldıkları bilgiler dolayısıyla da televizyonlar, radyolar bir çok haberi yanlış bir şekilde verdi. Çünkü bilginin çoğalması, hızlı yayılması doğruluk oranını düşürdü fakat kimse bununla ilgilenmiyor. Aynı şey İbrahim Tatlıses’in silahlı yaralamasında da başımıza geldi ve bir çocuk herkesi “İbrahim Tatlıses’in yan odasındaki çocuk” olarak kandırdı. Buna televizyonlar da dahil.

Hal böyleyken, medyanın içinde olan kişiler bile bu verileri doğru okuyamıyor, insanlara doğru bir şekilde ulaştıramıyorsa bu medya materyallerine doğrudan ulaşan kişiler nasıl bir eleme yapacak, nasıl karar verecek siz düşünün?

Şu anda interneti sonradan öğrenen ve internetin içine doğan iki nesilden söz ediyoruz. İlk nesil, yani bizler biraz daha şanslı olabiliriz ama yeni nesil yani benim için düşünecek olursak 13 yaşından küçükler internetin içine doğdu ve sadece bir şeyler öğreniyorlar. Bu bilgiyi analiz edemiyorlar, karşılaştıramıyorlar çünkü karşılarında olan alanları çok iyi bilmiyorlar. İnternetten öğrenip internette araştırıyorlar, televizyondan görüp yine internette araştırıyorlar.

Bu vesileyle son zamanlarda televizyonda reklamını gördüğüm medya okur yazarlığı eğitiminin önemine değinmek istiyorum. Eğitim ne şartlarda ne kadar iyi veriliyor bilmiyorum ama insanlara her gördükleri şeye inanmamaları gerektiğini, doğru bilgiye yine internet üzerinden nasıl ulaşabildikleri iyi bir şekilde anlatılabilirse her şey çok daha güzel olacaktır. Tabi bu bireylerin her biri birer yayıncı da olacağı için bir şeyler paylaşırken de nelere dikkat etmeleri gerektiğini de öğrenmiş olacaklar. Bu sayede daha temiz ve “doğru” bir internet dünyasına sahip olacağız.

Tabi ilk olarak var olan medyamızın bu okur yazarlığı iyi öğrenip güzel bir şekilde sunması gerekiyor.

İnternet dünyasında kaybolmamak için bilinçli medya okur yazarlığı şart!

Daha önce yazdığım şu 3 yazıyı da okumanızı tavsiye ederim.

Hepimiz medyayız.
Bilginin yaylımı ve sosyal medya!

Hızla yayılan bilginin önemi.

Sosyal Arama Devri

Google bugün kurumsal blogunda sosyal aramaya giriş yaptıklarına dair bir yazı yayınladı. Bu yazıda artık arama sonuçlarında, sadece Google botlarının anlamlandırarak listelediği sonuçlara değil çevremizin de etkilediği sonuçlara ulaşabileceğimizden söz etti.

Sosyal Arama Nedir?

Sosyal arama benim için; sosyal ağlarımın, çevremde bulunan internet kullanıcılarının şekillendirdiği ve arama motorlarının bana sunduğu veriler bütünüdür. Şimdiye kadar arama, sadece botlar sayesinde indexlenen ve aramalarda bu botların anlamlandırdığı şekilde karşımıza çıkan sonuçlardan ibaretti. Belli başlı listeleme şartları oluştu zamanla fakat bunların hepsi suistimal edilebilen şeylerdi.

Şimdi ise aramalar artık çevremizin şekillendireceği bir şey haline geliyor. Çok uzun zamandır bu yapıyı Facebook’dan bekliyordum. Facebook’un arama motoru konusuna el atması, arama sistemini geliştirip sosyal aramaya girmesi demek, benim için Google’den arama motoru pazarından pay çalması anlamına geliyordu. (Aslında hala öyle!) Fakat Google, bu konuda biraz hızlı davrandı ve önce Google+ ‘ı ve şimdi de sosyal aramayı çıkardı.

Sana Güveniyorum Ama Çevren Kötü!

Artık sosyal ağlarda takip ettiğimiz kişiler, bizi takip eden kişiler, bizimle yapılan paylaşımlar (Bunlar, şu anda Google+ ile kısıtlanmış olsa da zamanla genişleyecektir.) arama sonuçlarımızı etkileyebilir hale gelecek. Google, yaptığı açıklamada çevremizin, sonuçlarımızı bu kadar etkileyebileceğini bildiği için bize bu konuda da yetkiler vereceğini söylüyor. Yani, sonuçlarıma kötü etki eden kişileri istediğim takdirde aramalarımdan çıkarabileceğim.

Arama sonuçlarında yapılacak bir diğer güzellik ise takip ettiğimiz kitleye göre Google’ın bizlere kişi ve marka sayfalarını önerecek olması. Bu sayede takip ettiğimiz kitleyi genişletebilir, ilgi alanımıza göre güzel keşifler yapabiliriz.

Tabi, tüm bu yapı, şu ana kadar geçerli olan arama algoritmasını da kapsayarak gelecek. Yani Google’nin de deyimiyle; Arama + Sizin Dünyanız! Bu sayede arama sonuçları bizim dünyamızla daha güzel bir hale gelecek.

Google blogunda yazının detaylarını mutlaka okuyun çünkü Google’ın bize sunduğu hizmetler sadece yukarıdakiler değil. Artık görsel aramaları, video aramaları, kişi aramaları gibi bir çok şey sosyal ağlarımız doğrultusunda çok başarılı bir şekilde şekillenecek.

Sosyal profillerimizin her geçen gün hayatımızın bir alanına etki ettiği bu günlerde arama sonuçlarına da etki edeceğini görmek, profillerimize vermemiz gereken özeni biraz daha öne çıkarıyor.

Sosyal aramanın getireceği bir diğer şey ise sosyal arama motoru optimizasyonu! Bakalım bu değişimler SEO sektörünü nasıl etkileyecek, bir çok SEO uzmanının hayallerini süsleyen S-SEO yani Social-SEO yakın zamanda daha popüler hale gelecek mi? Hepimiz bekleyip göreceğiz…

Süreklilik ve Yenilik

Süreklilik: İki topolojik uzay arasındaki bir f gönderiminin, bir anlamda, “atlamasız” olma durumudur. Tek değişkenli gerçel fonksiyonlar için, “grafiğini el kaldırmadan çizebilme” şartının soyutlanmasıyla ulaşılmış bir kavramdır. (Kaynak)

Biraz matematiksel olsa da aslında süreklilik yani istikrar böyle bir şey. Hayatımızın her alanında duyduğumuz gibi yaptığımız her şeyde sürekliliği yakalayabildiğimiz zaman o konuda başarılı olabiliriz. Çok zordur ama kesin başarı getirir, ister diyet yapıyor olun, isterseniz de yeni bir dil öğrenin, hepsinde başarılı olmanın ortak noktası süreklilikten geçiyor.

Peki süreklilik konusunu iş dünyasına nasıl taşıyabiliriz? Her başarılı şirket sürekliliği koruyabilmiş midir? Başarısının sırlarından biri de bu mudur? Bu soruların cevabını bugün yaptığım araştırmalar sonunda gördüm ki maalesef hayır! Başarılı iş yapıyorlar, güzel gelirler elde ediyorlar ama başarılarının arkasında süreklilik kavramı bulunmuyor. Bilemiyorum ama sanki monotonluk, süreklilik kavramının yerini almış gibi.

Şirketler için süreklilik kavramı çok önemli bir kavram olmalı. Burada süreklilik yeniliği getirir, bu nedenle çok önemlidir. Çünkü başarılı olabilmek için kendi alanında sürekli olarak yenilikleri takip ederek iş hayatına uyarlaman gerekir. Kendi alanında ilk olmak bir çok şirkete başarı getirse de bu şirketlerin en büyük problemi yenilikleri takip edememek ve bu nedenle sürekliliği kaybetmek. Sürekliliği kaybettikleri zaman da ilk olmanın avantajları yavaş yavaş kaybolmaya başlıyor ve bu da şirketin gerileme dönemine girdiği anlamına geliyor.

Aslında anlatmak istediğim şey çok açık; Bir nedenden dolayı elde ettiğiniz başarının sürekliliğini sağlayabilmek için yenilikleri çok iyi bir şekilde takip etmeniz ve uygulamaya başlamanız gerekir. Bunu yapmadığınız takdirde yani yenilik konusunda ki sürekliliğinizi kaybettiğinizde artık başarısızlığın kapınızın arkasında olduğunu bilmeniz gerekir. Türkiye’nin bir çok ilk şirketinin başına gelen de bundan farklı sayılmaz.

Büyükler, ilkler size sesleniyorum! Yenilikleri takip edin, başarınızın sürekliliğini sağlayın!