Lütfen bu yazıdan önce aşağıdaki yazıları okumak için bir kaç dakikanızı ayırın. Hepsini okursanız çok daha anlamlı olacağını düşünüyorum:
Facebook Babanın mı? Bence Hayır! – 2010 yılında yazdım.
Bilinçli Medya Okur Yazarlığı! – 2012 yılında yazdım.
Gençleri Bilinçlendirelim – 2012 yılında yaşanan bir olay.
Bu başlığı atmama neden olan şey, küçük kardeşimin (yaş:9) eline telefonu her aldığında ilginç şeyler çekmeye çalışması ve internette gördüğü özellikle de Youtube’da karşılaştığı videolardaki gibi hareketler sergilemeye başlamasıydı.
Yazıya henüz başlamadan önce gördüğüm bir başka video ise söylemek istediklerimi 14 saniyelik videoda özetledi diyebilirim.
https://www.youtube.com/watch?v=j6KWrEM3Lsg
Bu genç arkadaşımız üzerinden şu kayıp nesil konusuna biraz bakalım. Videoda çok önemli bir kaç nokta var:
1- Youtube’da kanal sahibi olan kişiler gibi bir açılış yapıyor.
2- Kendini aynadan çekmeye çalışıyor. Muhtemelen bir büyüğünün telefonu ve kimsenin o anda ondan haberi yok.
3- Videonun sonunda hiç arkadaşı olmadığını söylüyor.
4- Her şeyden önemlisi ise bu video kaydını bir büyüğü görüyor ve bunu sanki komik/eğlenceli bir şeymiş gibi Youtube’a yükleyerek paylaşıyor.
Kendimi bildim bileli bir nesil bir diğeri için ve genelde kendinden sonraki nesil için “kayıp nesil” demekten kendini alamıyor. Ama acaba bu “kayıp nesil” 2005 yılından sonra doğmuş kişiler olabilir mi? Yani şu anda 10-10 yaşında olanlar. Neden bu kişiler diyecek olursanız bence (tamamen gözlem) 2005 yılı Türkiye’de internet ve bilgisayarın evlerde en tavan yaptığı dönem. O dönemlerde artık internet hızları kayda değer bir seviyeye ulaşmıştı ve internet kafeler en popüler dönemlerini yaşıyordu.
Durum böyle olunca 90’lar ve kısmen 2000’lerin başında çocuk olan nesil hem internetsiz (her istediğinde elinin altında değil) hem de internetli dönemi (günümüzü) yaşadılar. Başka bir deyişle hem dışarıda doyasıya oynadılar hem de internet başında çılgınlar gibi zaman geçirdiler ve geçirmeye devam ediyorlar. İçerik ve erişebilirlik anlamında da 2005’li yıllar henüz günümüz kadar rahat değildi doğal olarak.
Biz internet kullanmaya başladığımız gençlik dönemimizde hem içerik azlığı hem de erişim kısıtları yüzünden tamamen “internet nesli” olamadık. Örneğin ben “blogunu oluştur” yazısı ise 2004 yılında blog dünyasına atıldığımda hayatımın internet olacağını hayal bile edemiyordum, farklı bir şeyler de olabilirdi.
Günümüz gençleri ise internete diledikleri gibi erişebiliyorlar ve kendi cihazları yoksa bile başkalarının cihazlarını kullanarak her anlarını ekran karşısında geçirebiliyorlar. Online olarak sürekli uğraşacak bir şeyler bulabildikleri için de dış dünyadan soyutlanıyorlar çünkü doğduklarından beri her sıkıldıklarında, ağladıklarında ellerine bir ekran tutuşturuldu ve bu şekilde vakit geçirmeyi öğrendiler.
Ama asıl problem, onları bu şekilde yetiştiren veya kendilerince yetiştirmek zorunda kalan ebeveynlerin de teknolojiyi kullanan ama “teknoloji cahili” diyebileceğimiz bir gruba dahil olmaları. Bunu bir hakaret olarak algılamayın, aktif olarak internet kullanan herkes maalesef “bilinçli internet kullanıcısı” olmuyor. Hele ki teknoloji faydalı kulanma konusunda bilgi sahibi hiç olamıyor. Bu nedenle çocukları büyürken onların tamamen kontrolünden çıkmış bir şekilde internete erişerek büyüyorlar ve hem onlardan hem de arkadaş çevrelerinden kopuyorlar.
Bu konuda düşüncelerimi saatlerce yazsam bitiremem, bitirsem de okunmayacağı için kısa kesip nasıl olması gerektiği konusunda bir şeyler sıralayacağım:
1- Çocuklarınızın herhangi bir ekran karşısında geçirdikleri zamanı mutlaka kısıtlayın ve onları dışarı yönlendirin. (Dışarının güvenli olmadığını maalesef biliyorum ama burada çözüm size kalmış.)
2- Ekran başında geçirdikleri zamanda neler yaptıklarını mutlaka ama mutlaka kontrol edin. Neler izliyorlar, neler oynuyorlar, nerelere neler yazıyorlar? Onlar gibi hareket ederek nelerle karşılaştıklarını inceleyin. Youtube’da oyun videoları altındaki yorumları okuyarak başlayabilirsiniz.
3- Sosyal ağlarda hesap açmalarını engelleyin. Engelleyemiyorsanız da bir şekilde kontrol edin. Bu konu özellikle sapıklar özelinde çok önemli.
4- Evinizde bulunan adsl hattınızın aile filtresini mutlaka oluşturun. Bilen birinden destek alarak erişimde nasıl kısıtlamalar yapabileceğinizi öğrenin, uygulayın. (Youtube’u çocuklarınız kadar kullanırsanız öğrenirsiniz.)
5- Teknoloji ve internet kaçabileceğiniz bir şey değil. Lütfen ayak uydurun ve çocuklarınızın güvenliği için önce siz bilinçlenin, sonra onları bilinçlendirin.
Eğer bunları yapmazsanız çocuklarınız biraz daha büyüdüğü zaman karşılaşabilecekleri tehlikelerden habersiz bir hayatınız olur. Onlar tehlikedeyken, siz muhtemelen Facebook’da, Instagram’da bir şeyleri “beğeniyor” olursunuz.
Bahsettiğin ‘kayıp nesil’ tam anlamıyla ‘mobil körlük ve mobil sağırlık’ yaşayan bir nesil. Senaryonun ‘körlük ve sağırlığın’ ötesine geçip kalbe sirayet edip ‘dijital vicdansızlık’ boyutuna erişmesi. Bunun en büyük tetikleyicisi 5-10 yıldır internet haber siteleri: “Ölen kızın son saniyeleri! Kan donduran görüntüler! Boğazı kesilerek öldürülen esirin son sözleri! Katliam gibi kazanın saniye saniye görüntüleri!” İç gıcıklayan bir hazla acıdan mağduriyetten TIK’lanma uman bir internet medyası ama diğer tarafta benzer iğrençlikleri yerden yere vuran yine aynı internet medyası. Bir dönem Cem Garipoğlu’nun fan sayfalarına bile rastlamıştım Facebook’ta. Blog Yazarları Çalıştayı’nda ‘medya okur yazarlığı’nın yanında ‘sosyal medya görgüsü’ üzerine de eğitimler verilmesi gerektiğini vurgulamıştık. Geçen aylarda katıldığım ve Yeşilay’ın düzenlediği Teknoloji Bağımlılığı Kongresi’nde internet bağımlılığından mobil teknoloji bağımlılığına kadar birçok konu uzmanlar tarafından ele alınmış; açıkçası gelecek nesiller adına tüylerim ürpermişti. Ama teknoloji bağımlılığı mı olurmuş diyen bir blog yazarı arkadaşımız da aynı kongrede konuşmacıydı; kongrenin adını da Yeşilay tarafından düzenleniyor olmasını da tek eleştiren o değildi maalesef. Ama kimse Amerika’dan Avustralya’dan İngiltere’den komgreye katılan ve 30 küsur yılını teknoloji bağımlılığı araştırmalarına harcayan akademisyenleri can kulağıyla dinlemedi. Oysa tehlike bağıra bağıra geliyor; tehlike hemen yanı başımızda; parmaklarımızın ucunda. İşte ‘blog’ yazarı var bir de ‘blog yazarı’… Bu bir sosyal sorumluluk duygusudur ve bu konuya değindiğin, uyardığın ve tehlikeye dikkat çektiğin için teşekkürler.
Değerli yorum için çok teşekkür ederim Evren. Gerçekten yazarken tedirginliği belki de iyi yansıtamıyoruz ama bu konu üzerinde gerçekten çok fazla çalıştaylar, konferanslar düzenlenmesi gereken bir konu. Ne yazık ki gereken önemin verilmesi bir yana herhangi bir adım kimse tarafından atılmıyor. Burada sosyal sorumluk açısından ben elimden geleni yapıyorum ama asıl yapılması gereken büyük grupların bu konya eğilmesi. Bunu yan etkileri konusunda içim hiç rahat değil, bu nedenle en azından yazmaya devam edelim. Belki bir kaç kişiye faydası dokunur. En azından kendi çevremdekileri bilinçlendirmeye çalışmış olurum.
Bu bilgilendirici yazınız için teşekkürler.
Gerçekten önemli bir konuya değinmişsiniz Burak Bey,
Bizim gibi orta yaşlarda olan insanlar toprakla haşır neşir olarak oyunlar oynamışken şimdiki nesiller ne yazık ki hiç toprağa, doğaya dokunmadan sadece sanal dünyalar karşısında bir hayat geçiriyorlar. O şiddet ve cinsellik içeren dünyalar karşısında hele anne ve baba da bilinçsiz ise tamamen kendi kişiliklerini ve özlerini kaybedip farklı denizlere yelken açabiliyorlar.
Böyle bir tehlikeye dikkat çektiğiniz için size teşekkür ediyorum.
bilgilendirici yazınız için teşekkürler.
http://www.ahmetduzen.net/
Kardeşim, blogunda başarılar dilerim.
Gençlerin toplum tarafından nasıl algılandıklarının hiç önemi yok.
Kendi koydukları kurallara göre yaşıyorlar, uyuşturucu kullanımı
had safhada. “Seni ne mutlu ediyorsa onu yap, başkalarının düşüncesi
önemli değil.” Yeniçağın kuralı bu galiba. Mutluluğun ne
olduğunu bile bilmiyorlar. Aldıkları küçük, büyük hazları mutluluk
zannediyorlar. Atalarından ve ailelerinden gelen değerlerin
hiçbir önemi yok onlar için, hatta bu değerler lüzumsuz ve çağ
dışı. Salgın hastalık gibi yayılan bu kendine tapma, hayalperestlik,
hayal kırıklığı, endişe ve sonucunda da depresyona sebep oluyor.
Gittikçe yalnızlaşan, bencil, kendine tapan, bunların sonucunda
da endişeli ve öfkeli, agresif, depresif bir toplum olma yolunda
ilerliyoruz. Şimdi sorgulanması gereken şu : “Bizim çocuklarımız
nasıl bu hale geldiler, birden bire mi?” Hayır, maalesef ki
bu yeni nesil bizim yansımalarımız. Eski kabile dönemlerinde insanlar
taştan, tahtadan çeşitli heykeller yapıp onlara taparken bizler
de çocuk yapıp onlara taptık ve tanrılar yarattık. Biz çocuk
yetiştirmedik, yerimize tanrı yetiştirdik. Şu anda dünya üzerindeki
görüntü bu, suçlu bizleriz. Bu gidişatla bundan sonraki nesillerin
halini düşünmek bile istemiyorum. İnsanlık kul olma bilincinden
uzaklaştıkça başına bunlar geldi.
Güzel tespitler aynı zamanda da çok acı.