Robotlara işimizi elimizden aldıkları için teşekkür edebiliriz

Olaylara her zaman kötü tarafından bakanlardan mısınız? O zaman gelin, biraz içimizi ferahlatalım. Sonuçta gerçekten içimizi ferahlatmak bizim elimizde olan bir şey. Hepimizin üzerinde düşünmesi gerektiğine inandığım bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Teknolojik gelişmeler birçok kişiyi korkutsa da beni heyecanlandırıyor ve umutlandırıyor. Eğer gerçekten robotların iş hayatında bir insandan fazla rol aldığı bir gelecek bizi bekliyorsa belki de tarihte ilk defa rahat bir nefes alabiliriz!

Robotlar İşimizi Elimizden Almaya Geliyor! 

Yaşamakta olduğunuz hayatın ne kadar “insanca” olduğunu daha önce hiç düşündünüz mü? Dünyanın çok büyük bir bölümü yaşamaktan ziyade yaşam mücadelesi veriyor ve ortalamaya göre en iyi durumda olan beyaz yakalılar bile aslında modern birer köle gibi çalışmaktan öteye gitmiş değiller. Oysa yüzyıllar önce kalkmış olması gerekiyordu köleliğin. İşte bu nedenle robotların hayatımızda giderek aktif rol oynaması hayatımızı olumsuz yönde etkilemek zorunda değil. Hatta şimdiye kadar hiç olmadığı kadar iyi hâle getirebilir. Güneşin doğmadığı saatlerde uyanıp hiç de insani olmayan koşullarda toplu taşımalara tıkışıp işe gitmek zorunda olmadığınız bir dünyaya sahip olmanın anahtarı robotlar olabilir.

Green Enstitü’nün asıl problemin robotlar değil, günümüz iş koşullarının olduğunu açıkladıkları raporları beni bu konuya gerçekten çok farklı bir şekilde bakmaya yöneltti. Evet, robotlar işimizi elimizden alarak bize iyilik yapabilir. Artık kas gücü yerine beynimizi kullanarak iş yapabildiğimiz alanlarda daha rahat bir şekilde çalışıp, çocuklar ve yaşlılarla daha iyi bir şekilde ilgilenebiliriz. Böylece herkesin yaşam kalitesi artmış olur.

Eğer robotların işinizi elinizden alacağından korkuyorsanız bir de robotların çocuklarınıza bakıcılık yaptığını hayal edin. Siz yoğun bir şekilde çalışırken onlar sizin çocuğunuzu yetiştirebilir. Sanırım ilk senaryo daha sağlıklı değil mi?

Robotların üretimine dayalı vergilendirme sistemi ve temel gelir 

“Robotlar işimizi alacaksa nasıl para kazanacağız” diye düşünüyor olabilirsiniz. Bu konu için de şimdiden araştırmalar, analizler ve denemeler yapılmaya başlanmış durumda. Bunun için ilk önce kendinize şunu sormanız gerekiyor. “Ne için çalışıyorum?” Eğer bu sorunun cevabı “temel yaşam standartlarımı sağlamak” ise o zaman planlanan çözüm size uygun demektir.

Temel geliri, devlet tarafından işsiz kişilere temel yaşam standartlarını sağlayabilmeleri için verilen bir ödenek olarak düşünebilirsiniz. Bir bakıma işsizlik maaşı denebilir. Fakat bunun insani standartlarda olanını düşünün. Sizin işinizi alan robotlar, çok daha performanslı ve verimli bir şekilde üretimi artıracaklar ve şirketler çok daha yüklü miktarda kâr elde edecek. Peki ya maaş? Robotların (uzun yıllar boyunca) maaşa ihtiyacı olacağını sanmıyorum. Tam da burada hükûmet devreye giriyor ve “temel gelir” için toplanacak olan bir vergiyi şirketlerden alıyor. Buna robot vergisi de diyebilirsiniz, insan vergisi de… Nihai amaç, işsizlere düzenli ve yeterli bir gelir sağlamak.

Geçtiğimiz günlerde eBay kurucusu Pierre Omidyar tarafından hayır amaçlı kurulan bir yatırım şirketi, Kenya’nın bir şehrindeki insanlara hiçbir çalışma ön koşulu koymadan aylık sabit bir ödeme yapacağı deneyini açıkladı. 12 yıl sürecek bu deney, şimdilik pek ses getirmemiş olsa da deney sürecinde ödeme yapılan kişilerin temel yaşam standartları kendiliğinden karşılanırsa halkın ne şekilde tepki göstereceği ölçülebilecek. Halkın eğitim, sanat gibi alanlarda iyileşme gösterip göstermeyeceği ise bu alanda yapılmış en önemli deneylerden birinin sonuçları olarak elimize geçecek.

karl marx muslum gurses

Neden temel gelir? 

Geçtiğimiz günlerde paylaşılan “Dünyanın en zengin sekiz kişisinin serveti, dünyanın yarısına bedel” haberi oldukça ses getirmişti fakat bunu hepimiz biliyorduk zaten. Tam da bu nedenle “temel gelir” gibi bir kavramın ortaya atılması herkesin yararına olacak diye düşünüyorum. Bir şekilde iş hayatına tutunarak yaşayan insanlar, eğer ellerindeki tüm imkânlar alınırsa köşeye sıkıştırılmış hissedebilirler. (Kediden biraz daha fazlasını yapacaklardır.) Bunu önlemenin şimdilik en etkili yolunun temel gelirin sağlanması olduğu düşünülüyor.

Bill Gates de bu görüşü destekleyenler arasında. Geçtiğimiz günlerde kendisiyle yapılan bir röportajda robotlardan vergi alınması gerektiğini ve bu vergi ile insanların eğitimine katkı sağlanması gerektiğini paylaşmıştı.

Tarihe yön veren zamanlardan birini yaşıyoruz ve iyi değerlendirilmeli

En kötü tahminler bile kırk yıl içerisinde robotların iş kollarının büyük bir bölümünü tamamen ele geçirmiş olacağını söylüyor. Bu durum yeni bir sanayi devriminden çok daha öte. 2000’li yıllarda hayatımızda yaygınlaşan internet,  küreselleşmeyi başlattı ve görünüşe göre bunu iyi yönetemedik. Dünya, birbiriyle bağlantılı büyük bir metropol hâline dönüşmek yerine giderek daha büyük bir köye dönüşüyor ve bunun önüne geçemiyoruz. Robotik teknolojileri de insanlığın faydasına kullanamazsak geri dönüşü olmayacak sonuçlar doğurabilir.

Yazıya olumlu başlamıştım ama öyle devam edemedim, hemen toparlıyorum.

Robotik teknolojilerin hayatımıza girmesiyle yaşanacak 3 temel değişim:

  • Sürücüsüz araçlar yaygınlaşacak ve bu sayede milyonlarca insan trafik kazalarından kurtulacak. Kazaların neden olduğu maddi ve manevi zararlar önlenmiş olacak.
  • Üretim süreçlerindeki israf, robotlar sayesinde minimum seviyeye inecek ve böylece doğal kaynaklar boşa harcanmamış olacak.
  • Yukarıda da söylediğim gibi kendinize ve ailenize daha fazla zaman ayırabileceksiniz ve dahası ruhsal olarak kendinizi daha iyi besleyebileceksiniz.

Sadece bu maddeler bile çok daha kaliteli bir geleceğin bizi beklediğini gösteriyor.

Tabi iyi senaryonun hayata geçip geçmeyeceğine insanlık karar verecek. Önümüzdeki on yıl, bu kararların verilmesi için oldukça önemli. Çünkü filmlerde görmeye alışkın olduğumuz şekilde taraflar ve taraftarlar ortaya çıktıkça bu kararları almak zorlaşacak. Bu nedenle erkenden bazı şeyleri netleştirmekte fayda var.

Siz ne düşünüyorsunuz? İnsanlık olarak önümüzdeki bu sınavı geçebilecek miyiz? Benim bu konuda tarafım belli. (:

Kayıp bir nesil mi geliyor?

Lütfen bu yazıdan önce aşağıdaki yazıları okumak için bir kaç dakikanızı ayırın. Hepsini okursanız çok daha anlamlı olacağını düşünüyorum:

Facebook Babanın mı? Bence Hayır! – 2010 yılında yazdım.

Bilinçli Medya Okur Yazarlığı! – 2012 yılında yazdım.

Gençleri Bilinçlendirelim – 2012 yılında yaşanan bir olay.

Bu başlığı atmama neden olan şey, küçük kardeşimin (yaş:9) eline telefonu her aldığında ilginç şeyler çekmeye çalışması ve internette gördüğü özellikle de Youtube’da karşılaştığı videolardaki gibi hareketler sergilemeye başlamasıydı.

Yazıya henüz başlamadan önce gördüğüm bir başka video ise söylemek istediklerimi 14 saniyelik videoda özetledi diyebilirim.

https://www.youtube.com/watch?v=j6KWrEM3Lsg

Bu genç arkadaşımız üzerinden şu kayıp nesil konusuna biraz bakalım. Videoda çok önemli bir kaç nokta var:

1- Youtube’da kanal sahibi olan kişiler gibi bir açılış yapıyor.

2- Kendini aynadan çekmeye çalışıyor. Muhtemelen bir büyüğünün telefonu ve kimsenin o anda ondan haberi yok.

3- Videonun sonunda hiç arkadaşı olmadığını söylüyor.

4- Her şeyden önemlisi ise bu video kaydını bir büyüğü görüyor ve bunu sanki komik/eğlenceli bir şeymiş gibi Youtube’a yükleyerek paylaşıyor.

Kendimi bildim bileli bir nesil bir diğeri için ve genelde kendinden sonraki nesil için “kayıp nesil” demekten kendini alamıyor. Ama acaba bu “kayıp nesil” 2005 yılından sonra doğmuş kişiler olabilir mi? Yani şu anda 10-10 yaşında olanlar. Neden bu kişiler diyecek olursanız bence (tamamen gözlem) 2005 yılı Türkiye’de internet ve bilgisayarın evlerde en tavan yaptığı dönem. O dönemlerde artık internet hızları kayda değer bir seviyeye ulaşmıştı ve internet kafeler en popüler dönemlerini yaşıyordu.

Durum böyle olunca 90’lar ve kısmen 2000’lerin başında çocuk olan nesil hem internetsiz (her istediğinde elinin altında değil) hem de internetli dönemi (günümüzü) yaşadılar. Başka bir deyişle hem dışarıda doyasıya oynadılar hem de internet başında çılgınlar gibi zaman geçirdiler ve geçirmeye devam ediyorlar. İçerik ve erişebilirlik anlamında da 2005’li yıllar henüz günümüz kadar rahat değildi doğal olarak.

Biz internet kullanmaya başladığımız gençlik dönemimizde hem içerik azlığı hem de erişim kısıtları yüzünden tamamen “internet nesli” olamadık. Örneğin ben “blogunu oluştur” yazısı ise 2004 yılında blog dünyasına atıldığımda hayatımın internet olacağını hayal bile edemiyordum, farklı bir şeyler de olabilirdi.

Günümüz gençleri ise internete diledikleri gibi erişebiliyorlar ve kendi cihazları yoksa bile başkalarının cihazlarını kullanarak her anlarını ekran karşısında geçirebiliyorlar. Online olarak sürekli uğraşacak bir şeyler bulabildikleri için de dış dünyadan soyutlanıyorlar çünkü doğduklarından beri her sıkıldıklarında, ağladıklarında ellerine bir ekran tutuşturuldu ve bu şekilde vakit geçirmeyi öğrendiler.

Ama asıl problem, onları bu şekilde yetiştiren veya kendilerince yetiştirmek zorunda kalan ebeveynlerin de teknolojiyi kullanan ama “teknoloji cahili” diyebileceğimiz bir gruba dahil olmaları. Bunu bir hakaret olarak algılamayın, aktif olarak internet kullanan herkes maalesef “bilinçli internet kullanıcısı” olmuyor. Hele ki teknoloji faydalı kulanma konusunda bilgi sahibi hiç olamıyor. Bu nedenle çocukları büyürken onların tamamen kontrolünden çıkmış bir şekilde internete erişerek büyüyorlar ve hem onlardan hem de arkadaş çevrelerinden kopuyorlar.

Bu konuda düşüncelerimi saatlerce yazsam bitiremem, bitirsem de okunmayacağı için kısa kesip nasıl olması gerektiği konusunda bir şeyler sıralayacağım:

1- Çocuklarınızın herhangi bir ekran karşısında geçirdikleri zamanı mutlaka kısıtlayın ve onları dışarı yönlendirin. (Dışarının güvenli olmadığını maalesef biliyorum ama burada çözüm size kalmış.)

2- Ekran başında geçirdikleri zamanda neler yaptıklarını mutlaka ama mutlaka kontrol edin. Neler izliyorlar, neler oynuyorlar, nerelere neler yazıyorlar? Onlar gibi hareket ederek nelerle karşılaştıklarını inceleyin. Youtube’da oyun videoları altındaki yorumları okuyarak başlayabilirsiniz.

3- Sosyal ağlarda hesap açmalarını engelleyin. Engelleyemiyorsanız da bir şekilde kontrol edin. Bu konu özellikle sapıklar özelinde çok önemli.

4- Evinizde bulunan adsl hattınızın aile filtresini mutlaka oluşturun. Bilen birinden destek alarak erişimde nasıl kısıtlamalar yapabileceğinizi öğrenin, uygulayın. (Youtube’u çocuklarınız kadar kullanırsanız öğrenirsiniz.)

5- Teknoloji ve internet kaçabileceğiniz bir şey değil. Lütfen ayak uydurun ve çocuklarınızın güvenliği için önce siz bilinçlenin, sonra onları bilinçlendirin.

Eğer bunları yapmazsanız çocuklarınız biraz daha büyüdüğü zaman karşılaşabilecekleri tehlikelerden habersiz bir hayatınız olur. Onlar tehlikedeyken, siz muhtemelen Facebook’da, Instagram’da bir şeyleri “beğeniyor” olursunuz.

Türkiye’nin Siber Savaş İle İmtihanı

Hepiniz ilkokul ve lise döneminde tarih dersleri almışsınızdır. Doğruluğunu hiç tartışmayacağım ama hepimizin bu dönemde aldığımız derslerden öğrendiğimiz bir şey vardı hatırlarsanız; “Matbaa’nın anadoluya geç gelmesi nedeniyle bilimde dünyadan geride kaldık.

Matbaanın anadoluya geç gelmesinin nedenleri neydi peki? Çok yaygın ve kabul gören ilk görüş; “Din adamlarının “şeytan icadıdır” fetvası vermesi” yani din adamları yüzünden kabul etmedik, kullanmadık. Burada bir parantez açarak bir diğer nedeni daha paylaşmak istiyorum. Matbaanın geç gelmesinin önemli nedenlerinden biri olarak da Osmanlı tarihçileri daha çok o dönemlerde yaşayan 90 bin hattat sanatçısını gösteriyor. Eğer o dönemde matbaa gelmiş olsaydı 90 bin kişilik büyük bir işsizler ordusu oluşacaktı ve bu büyük bir sorun demekti. Bu nedenle de ilk aşamada matbaaya “gerek duyulmadığı” için uyum sağlanamadı.

Yukarıdaki her iki yargının hangisi ne kadar doğru bunu hiç bir zaman öğrenemeyeceğiz belki ama bildiğimiz bir şey varsa o da matbaanın topraklarımıza geç girmesi, bizim uzun yıllar boyunca bilim ve teknolojiden geri kalmamıza neden oldu! Tartışılmaz bir gerçek.

Günümüze dönecek olursak biz neredeyiz?

Bilim ve teknolojide yaşadığımız geri kalmışlık şu anda bizi 2. hatta 3. dünya ülkesi konumuna getirmiş durumda. Araştırma, geliştirme ve üretim adına neredeyse hiç bir şey yapmıyoruz. Nedeni ne? Matbaa?

İnternet çağında yaşıyoruz arkadaşlar. Çok kabaca bir tabir olacak ama erişemeyeceğimiz bir bilgi artık yok. Türkiye’de yaklaşık 40 milyon internet kullanıcısı var, hanelerin %60’ından fazlasında ADSL internet bağlantısı var. Tüm bunlara rağmen bilgiye erişemiyorsanız bunun tek bir nedeni var “bahane” üretiyorsunuz, üretiyoruz.

Yaklaşık 2 haftadır Türkiye ciddi bir siber saldırı altında. Bu siber saldırıların sonuçlarını da ilk önce “.tr” uzantılı sitelere erişememekle ve dün de bankacılık sistemlerinin neredeyse çökmesiyle yaşamaya başladık. Tabi bunun sadece başlangıç olduğunu da umarım tahmin edebiliyorsunuzdur.

Siber savaş” konusunu ülke olarak henüz kavrayabilmiş değiliz. Bunun en büyük nedeni de bu şekilde yapılabilecekler konusunda bilgi sahibi olmamamız. Ülkece “hack” olgusunu bir hesabı ele geçirmekten öteye geçiremedik, neler yapılabileceğini bilmiyoruz. Bir çok alana etki ettiği gibi bunun da temelinde eğitim sistemimiz ve bilinçli medya okur yazarlığımızın olmaması yatıyor. Dijital dünyaya uyumlu bir eğitim sistemimiz yok. Görünüşe göre uzun zaman da olamayacak.

Dün yaşanan siber saldırılar sonrası bit Tweet attım ve sordum: 

Hem Twitter’dan hem de Facebook’dan güzel yorumlar geldi. Yorumların bazıları şöyle:

Veysel Kara: “insanlarin genel olarak fazla tembel olması + calismadan veya calisarak farketmez para odaklı olmaları. zeka ve ilim gerektiren her alanda olayımız bu”

Özkan Altuner: “Sansür ve yasak?”

Uğur Özmen: “Fark açılacak. Girişimci bile düşünce yapısı açısından feodal ile Sanayi dönemi arasında sıkışıp kalmış ve Bilişim dönemi bakış açısını yakalayamamış olduğu için pek umutlu değilim.”

Alparslan Demir: “Atla gelip sonradan yakalayacagız. Dijital gocebelik onem kazanirken gocebe toplumlar 22. asra girmeden dunyaya damga vuracak. Tugce’nin dedigi egitim meselesini şimdiden halletmeli ki atlar yanlış istikamete koşmasın.”

Benim bu konuyla ilgili bahaneler sıralamaya niyetim yok ama neden geride kalmaya devam ettiğimize dair bazı düşüncelerim var:

1- Eğitim sistemi. Evet, bir eğitim sistemimizin olmaması bu geride kalmışlığın temelini oluşturuyor. Cem Yılmaz zamanında bilerek mi söyledi bilmeyerek mi bilmiyoruz ama gerçekten “eğitim şart”.

2- Olayın ciddiyetinin farkında değiliz. Farkında olduğumuzu sanıyoruz fakat değiliz. Hala her gün onbinlerce vatandaşımız yerli araba, yerli uçak, önünde “yerli” olan ama aslında hiç bir önemi olmayan şeyleri paylaşıyor. Gözümüzü bürüyen bu “yerli” sevdası maalesef çok eski şeylere dayanıyor. Yazılım ve bilişim teknolojileri alanında hayal etmemiz gereken “yerli” şeyleri maalesef kaçırdığımız trenlerin peşinde koşarak harcıyoruz ve bu da bizi geride tutmaya devam ediyor.

Son çıkan “yerli otomobil” ile ilgili de şöyle demiştim:

Doğal olarak tepki de çekmişti bu söylediklerim fakat hala sonuna kadar arkasındayım.

3- Günü kurtarma çabasındayız. Yaşadığımız coğrafya, yaşananlar ve daha bir sürü sebep sayarak ülkece sadece “günü kurtarma” çabasında olduğumuzu görüyorum ve hatta bizzat bu ortamda yaşıyorum. Geleceğe dair hayaller, umutlar, planlar beslemiyoruz/besleyemiyoruz. Durum böyle olunca da gelecekte ne olacağıyla pek de ilgilenmiyoruz. Dün yaşanan olay hakkında ülkenin %99’unun bilgi veya fikir sahibi olmamasının nedeni de bu. O konu gündemimize girmeyi hak etmiyor.

Dünya Siber Ordular Kuruyor

Siber ordular derken kelimenin tam anlamıyla siber ordular kuruluyor. Bizim sürekli “klavye delikanlısı” dediğimiz insanları topluyorlar, eğitiyorlar ve hazırlıyorlar. Hali hazırda başlamış olan “djital/siber savaş” için hazırlıyorlar.

Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde çok uzun zamandır siber ordular bulunuyor. Tıpkı yıllardır var olan gizli ajanlar gibi bu orduların da sayıları bilinmiyor fakat geçtiğimiz sene Amerika’da siber orduya katılması için 4.000 kişilik bir alım yapıldığını paylaşırsam sanırım şu anda ne kadar geniş çaplı bir ordudan söz edildiğini anlarsınız.

Rusya bu konuda KGB döneminde olduğu gibi yine çok iyi ve öncü 2001 yılından beri siber ordu sahibi. Çin, İran, Almanya, Japonya da hiç geri kalmıyor ve sayıları bilinmemekle beraber özel ordularını kurmuş durumdalar. Hatta öyle ki Person Of Interest dizisini izleyenler bilirler, Japonya şu anda siber saldırılara otomatik karşı koyabilecek bir yapay zeka üzerinde çalışıyor.

Aslına bakarsanız siber ordunuzun gücünü tabi ki asker sayınız belirlemiyor. Olağanüstü yetenekli küçük bir ordu ile büyük bir orduyu yenmeniz artık mümkün. Yine devreye savaş taktikleri giriyor.

Türkiye ise maalesef ki Tübitak’a bağlı olan küçük bir ekibe sahip henüz. Halbuki dünya siber savaş tarihini değiştirecek çapta büyük bir olay Türkiye’de 2008 yılında yaşandı fakat biz bundan o tarihlerde ve şimdilerde hiç ders almadık. Erzincan’da 2008 yılında Bakü-Tiblis-Ceyhan boru hattında meydana gelen patlamayı hatırlıyor musunuz? İşte o patlama dünyada oldukça büyük bir yankı uyandırdı çünkü biz kabul etmesek de araştırmalar bir siber saldırı olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Bloomberg’de yayınlanan yazıyı zaman ayırıp okumanızı tavsiye ederim.

Konuyu çok dağıtmadan toparlamak istiyorum. Buraya kadar merak edip okuyanlara özel bir teşekkürü borç bilirim. Zaten başımıza ne geliyorsa okumamaktan geliyor.

Türkiye, siber savaş konusuna gerekli önemi vermeli. Bu konuda eğitim alanından başlamak üzere “yetkin” kişilerle çalışmaya başlayarak ilk adımlar atılmalı ve hızlanmalı. Yazılım ve internet teknolojilerine çok daha fazla önem vermeli ve bu alanda yetenekli ve meraklı kişileri daha fazla eğitmeliyiz. Başka şansımız yok. Yıllar sonra torunlarımıza “bahaneler” bırakmak istiyorsak o ayrı…

Youtube’da Her Şey İçin “Her Şey” Var – Öğrenmek İsteyene!

Konu Youtube olunca herkesin benden duyduğu bir şey var; “Youtube, dünyanın en büyük 2. arama motorudur!” Hal böyle olunca biraz düşünmek gerekiyor, neden en büyük arama motoru Google? Çünkü aradığımız her şeye doğru aramalar ile ulaşabiliyoruz. Youtube’da da aynı şekilde, doğru aramalar sonucunda neredeyse her konuda içeriğe ulaşabiliyorsunuz.

Son 5 yıldır ülkemizde video içerik üretimi hızla artıyor. Her ne kadar içerik üretiminde çok geride olsak da zamanla artacağını öngörmek için kahin olmaya gerek yok. Şu anda dünyada en hızlı yükselen video içerik trendi “how to” videoları. “Nasıl yapılır” konulu videolar sayesinde bir çok konuda bilgi sahibi olabiliyor hatta belli konularda uzmanlaşma yolunda bile ilerleyebiliyorsunuz.

Yemek tariflerinden, ilüzyon numaraları, mekanik ürün yapmak, elektronik düzenekler, oyuncular için bölüm geçmeler, taktikler ve hatta bomba yapımına kadar her şey var. Listeyi dilediğiniz kadar uzatabilirsiniz.

Youtube’da her şey hakkında “her şey” olması güzel, insanlık için genellikle fayda sağlar ama ya bu içerikleri sizden önce robotlar kullanırsa? O zaman ne olur hiç düşündünüz mü?

İlk bakışta çok mantıklı gelmese de ABD’li ve Avutsuralyalı araştırmacılar robotların Youtube üzerinden bir şeyler öğrenebilmesini sağlayan bir sistem geliştirdi ve şu anda basit işlemler için bile olsa kullanıyor. Yapay zeka konusu üzerinde çalışmalar yapan bilim insanları bu yöntem sayesinde robotların Youtube videolarını izleyerek kendilerini geliştirebilmelerini amaçlıyor. Şu anda, basit bir tabir ile, videolar robotların biraz daha anlayabileceği bir formata getiriliyor ve bu format sayesinde öğrenebilme kabiliyetleri artıyor. Teknoloji durur mu hiç, gelişmeye devam eder ve artık herhangi bir ara işleme gerek kalmadan Youtube üzerinden direkt izleme yapılarak anlayabilecekleri formata gelirler. Hazır bir çok şey öğreniyorlar, akıllı sistemler sayesinde bir de yorumlayabilirler ise o zaman vay halimize.

Bu ne anlama geliyor? Beraber hayal edelim.

– Robotlar, yemek videoları izleyerek iyi birer aşçı olabilir

– Düzenli, sistematik işler için zaten kullanılan robotik sistemler hala insanların yaptığı düzenli işler için daha fazla kullanılabilir (evet, robotlar işinizi elinizden alacak, acele edin.)

– Öğretmenlik (daha doğrusu bir şeyler öğretmek), garsonluk, muhasebe, inşaat işçiliği, mekanik işçilik, maden işçiliği, silah kullanmayı bilen askerler, kahve aldığınız baristalar, polisler… kalır mı dersiniz?

Not: Robotlardan önce siz öğrenin. Youtube ve internetteki bir çok farklı nimetten faydalanmanız için geç değil.

Bu listeyi çoğaltmak için araştırma yaparken Twitter’da paylaşılan bir video ile aslında çok da fazla bir şey yazmama gerek kalmadığını gördüm. Çoğu zaman olduğu gibi birileri çok daha iyi bir şekilde hazırlamış. Mutlaka izleyin.

Videoyu izlediyseniz tedirginliğiniz bir kat daha artmış olmalı. Görünmeyen bir şekilde olsa da robotlar şu anda otomasyon sistemlerinde hayatımızın büyük bir bölümünü kolaylaştırıyor. Kendini geliştirebilen, öğrenen robotları ise ilk çıkan cep telefonları, ilk bilgisayarlar, internetin ilk zamanları, devasa büyüklükteki az hafızalı harici bellekler gibi düşünebilirsiniz. Çok uzak değil, sadece 30 yıl önce kişisel bilgisayarlar diye bir şey hayatımızda yoktu ve bilgisayar teknolojisi çok pahalıydı. 20 yıl önce internet erişimi olan kişi sayısı ise şimdiki zamana göre neredeyse 3-5 kişiyle sınırlıydı ama şu anda hayatımızın vazgeçilmezleri ve bu gelişmeler sadece 20 yıl içerisinde oldu.

Hayal edin, 5 yıl sonra doğacak olan çocuğunuz 20 yaşına geldiği zaman, yani bundan sadece 25 yıl sonra çocuğunuz ne iş yapıyor olacak? Bugün gördüğünüz işlerin çoğunu yapan robotlar evlerimize kadar girmiş olacak ve buna şaşırmaya bile vaktiniz olmayacak.

iRobot filmini izlemediyseniz hemen açın izleyin. 2004 yapımı bu film aslında bize biraz abartılı bir şekilde (umarım öyledir) geleceğin bir önizlemesini yapıyor diyebiliriz. Belki de onu izledikten sonra “Her” filmini de izlemelisiniz. Hatta hemen ardından Black Mirror serisini izlemeye başlayabilirsiniz.

Son zamanlarda 3 boyutlu yazıcılar, Google’nin Boston Dynamics’i satın alması, Nasa’nın 10 yıl önce yola çıkardığı uzay aracının ulaşması, yine ESA’nın uydusuna gönderdiği (ışınladığı) cisimlerin basılması ve şimdi de Youtube’dan öğrenen robotlar gibi inanılmaz, tarihi değiştirebilecek hareketleri görüyoruz. Bir kaç yıl öncesinde hayal gibi olan şeyler artık gerçek ve gelişmeye devam ediyor.

Robot teknolojisi ve hayatımızın geri kalanı ile ilgili tedirgin olmak yerine ayak uydurup, geleceğe umutla bakmak ve eğer istiyorsanız çocuklarınız/torunlarınız için zamanı yakalamanız yapabileceğiniz en güzel şey olacaktır.

Geleceğe endişeli değil de umut dolu gözlerle bakmak için araştırın, okuyun, takip edin, paylaşın…

Işınlanma Hayali 3D Yazıcılar Sayesinde Mi Gerçekleşecek?

Daha önce 3 Boyutlu yazıcılar (3D Printer) hakkında kısa bir şeyler yazmıştım. Daha öncesinde de “Kişisel Robotlar” hakkında bir hikaye paylaşmıştım ve sadece hikaye olması bile beni çok heyecanlandırıyordu. Şimdi paylaşacağım şey ise hikaye değil tamamen gerçek ve bence 2014 yılının en önemli gelişmesi. Diğer iki yazıyı önce okuyup sonra bu yazıyı okursanız kafanızda çok daha farklı şeyler canlanacağından emin olabilirsiniz.

Uluslararası Uzay İstasyonu (ISS) özetle; üzerinde yaşanabilen ve dünya yörüngesinde bulunan en büyük yapay uydudur. Bu uyduda 6 astronot yaşıyor ve bu kişilerin teçhizat ihtiyaçları 25 Kasım 2014’e kadar dünyadan belli zamanlarda kalkan roketler sayesinde sağlanıyordu.

xl-2016-3d-printing-space-1

17 Kasım’da dünyadan gönderilen bir 3D printer sayesinde artık bu ihtiyaçları için aylarca beklemelerine gerek kalmadı. “Made in space” isimli şirketin tasarladığı özel 3 boyutlu yazıcı, 25 kasımda duyulan bir ingiliz anahtarı ihtiyacı sonucu kullanıldı. Bunu 2 yıl önce birisi size ve bana söylese muhtemelen gülerdik ama ihtiyaç tam olarak şöyle giderildi:

– Uluslararası uzay istasyonundan ingiliz anahtarı ihtiyacı olduğuna dair mesaj gönderildi.
– Mesaj, NASA tarafından alındı ve hızlıca bir ingiliz anahtarı modellemesi hazırlandı.
– Hazırlanan 3 boyutlu model, email aracılığıyla ISS’e gönderildi.
– 3 Boyutlu modeli mailinden indiren ISS astronotu “Berry Wilmore” 3 Boyutlu tarayıcıdan bu modeli bastı!

Yukarıdaki 4 madde şu anda gözünüze çok önemli gelmeyebilir ama bir de geleceği düşünün. (Gelecek derken 10-15 yıl sonrası) Neler yapılabilir, hayal bile edemezsiniz.

Uzayda bulunan bir uydunun içerisinde dünyadan aldığınız modeller ve yönlendirmeler ile parçalarını basarak daha büyük farklı cihazlar üretebilirsiniz.

Ben bu olayı ışınlanma olarak hayal ediyorum. Filimlerde gördüğümüz ışınlanma nasıl oluyordu bir düşünün. Bir cihaz içerisinden girip, diğer yerde genelde aşağıdan yukarı tekrar oluşuyordu. Dünyadan gönderilen bir modelin de uzayda aşağıdan yukarı oluşması nerden baksanız basit ışınlanma gibi düşünülebilir. (Olmadığınız biliyoruz tabi ki!)

Bakalım daha neler göreceğiz. Birileri neler hayal edecek ve başkaları gerçekleştirecek…

Melih Gökçek ve Bilinçli İnternet Kullanımı Üzerine

Türkiye’de “Twitter kullanan ünlü isimleri simalar kimler” diye bir soru sorulsa sanırım akıllara iki isim gelir diye düşünüyorum. Bunlar; Hilal Cebeci ve Melih Gökçek’ten başka kimse olamaz. Gerek attıkları Tweet’ler, gerekse Twitter’ı kullanım şekilleri ile herkesin konuştuğu iki isim olmayı başardılar. Hilal Cebeci‘nin şu anda 60.359 tweet’i var. Melih Gökçek‘in ise 39.388 tweet’i bulunuyor. Otomatik hesaplar dışında sanırım bu kadar fazla tweet atan başka kimse yoktur diye düşünüyorum. Hele ki ünlüler sınıfında oldukça yüksek tweet sayıları.

Konumuz tabi ki ünlülerin kullanımı veya tweet sayıları değil. Konumuz, son günlerde oldukça fazla konuşulan, Melih Gökçek’in Twitter’da kendisine küfür edenlerin özel bilgilerine ulaşıp hem bunu Twitterda ifşa etmesi hem de bu kişilere hakaret davası açıyor olması.

Okumaya devam et “Melih Gökçek ve Bilinçli İnternet Kullanımı Üzerine”

AveaLabs – Yakın Gelecek!

31 Mart Cuma günü Avea’nın davetiyle AveaLabs‘ı gezme fırsatı bulduk. Bu sayede hem Avea’nın yaptığı çalışmaları hem de teknolojinin ne kadar hızlı ilerlediğini, hayal ettiğimiz şeylerin aslında yapılmaya başladığını görebilme fırsatı bulduk.

Avea’nın bu inovasyon merkezinin en önemli özelliği Türkiye’nin ilk ve tek lisanslı Ar-Ge merkezi olması. Türkiye’nin önde gelen şirketlerinin bu alanda bu kadar sessiz kalmaları beni oldukça şaşırttı. Benim, inovasyon merkezi olarak adlandırdığım AveaLabs’ın en önemli özelliklerinden biri de müşterilerine, daha doğrusu girişimci müşterilerine verdiği destek. Bu merkeze yapılan girişim başvuruları, fikirler gerçekten ilgi gördüğü zaman, bir probleme çözüm olduğu zaman gerekten geliştiriliyor ve destekleniyor.  Okumaya devam et “AveaLabs – Yakın Gelecek!”

İkincil Pazar Ekonomisi ve İnternet Girişimleri

“İkincil pazar için; başka sektörlerin, ürünlerin halihazırda oluşturmuş olduğu pazarın etkisiyle oluşan ve bu pazarlar ile birlikte ilerleyen pazarlardır” şeklinde bir tanım yapmak yanlış olmaz diye düşünüyorum. Türkçe tatmin edici bir tanım bulamadım. İngilizce tanımını ise, daha önce Afşın’ın yazdığı Facebook ve İkincil Pazarlar yazısında paylaştığı Wikipedia linkinden okuyabilirsiniz.

Peki bu tanım ile İnternet sektörünü bir araya getiren şey ne? Bu iki olguyu bir araya getiren şey tabi ki de İnternet sektörünün yakın zamanda oluşturduğu ikincil pazarlardır. İnternet’in hanelerde aktif kullanılmaya başlamasıyla ile başladığını düşündüğüm ikincil pazarlar Google ve Facebook gibi şirketlerle çok iyi seviyelere gelmeyi başardı. Artık İnternet girişimleri kendi pazarlarını oluşturmanın yanında yeni pazarlar oluşturarak hem değerlerini arttırıyor, hem de iş dünyasına inanılmaz katkı sağlar hale geliyorlar. Okumaya devam et “İkincil Pazar Ekonomisi ve İnternet Girişimleri”

Süreklilik ve Yenilik

Süreklilik: İki topolojik uzay arasındaki bir f gönderiminin, bir anlamda, “atlamasız” olma durumudur. Tek değişkenli gerçel fonksiyonlar için, “grafiğini el kaldırmadan çizebilme” şartının soyutlanmasıyla ulaşılmış bir kavramdır. (Kaynak)

Biraz matematiksel olsa da aslında süreklilik yani istikrar böyle bir şey. Hayatımızın her alanında duyduğumuz gibi yaptığımız her şeyde sürekliliği yakalayabildiğimiz zaman o konuda başarılı olabiliriz. Çok zordur ama kesin başarı getirir, ister diyet yapıyor olun, isterseniz de yeni bir dil öğrenin, hepsinde başarılı olmanın ortak noktası süreklilikten geçiyor.

Peki süreklilik konusunu iş dünyasına nasıl taşıyabiliriz? Her başarılı şirket sürekliliği koruyabilmiş midir? Başarısının sırlarından biri de bu mudur? Bu soruların cevabını bugün yaptığım araştırmalar sonunda gördüm ki maalesef hayır! Başarılı iş yapıyorlar, güzel gelirler elde ediyorlar ama başarılarının arkasında süreklilik kavramı bulunmuyor. Bilemiyorum ama sanki monotonluk, süreklilik kavramının yerini almış gibi.

Şirketler için süreklilik kavramı çok önemli bir kavram olmalı. Burada süreklilik yeniliği getirir, bu nedenle çok önemlidir. Çünkü başarılı olabilmek için kendi alanında sürekli olarak yenilikleri takip ederek iş hayatına uyarlaman gerekir. Kendi alanında ilk olmak bir çok şirkete başarı getirse de bu şirketlerin en büyük problemi yenilikleri takip edememek ve bu nedenle sürekliliği kaybetmek. Sürekliliği kaybettikleri zaman da ilk olmanın avantajları yavaş yavaş kaybolmaya başlıyor ve bu da şirketin gerileme dönemine girdiği anlamına geliyor.

Aslında anlatmak istediğim şey çok açık; Bir nedenden dolayı elde ettiğiniz başarının sürekliliğini sağlayabilmek için yenilikleri çok iyi bir şekilde takip etmeniz ve uygulamaya başlamanız gerekir. Bunu yapmadığınız takdirde yani yenilik konusunda ki sürekliliğinizi kaybettiğinizde artık başarısızlığın kapınızın arkasında olduğunu bilmeniz gerekir. Türkiye’nin bir çok ilk şirketinin başına gelen de bundan farklı sayılmaz.

Büyükler, ilkler size sesleniyorum! Yenilikleri takip edin, başarınızın sürekliliğini sağlayın!

İnternet Bulutu ve Girişimcilik Üzerine

En fazla girişimcinin (!) bulunduğu sektörlerden biri, hatta bu konuda lider sektörün internet sektörü olduğunu düşünüyorum. Girişimcinin bu kadar fazla olmasını da bu işe ciddi maliyetlerin, bilgi birikimlerin gerekmediğini düşünen insanların fazla olmasına bağlıyorum.

Her gün Google, Facebook, Twitter, Amazon ile ilgili bir şeyler yazar, konuşuruz. Bunun yanında Instagram, Path, Zappos, Posterous, Friendfeed, Foursquare, Blogger ve daha nice girişimlerden söz ederiz. Bir çok kişi bunların nasıl oluştuğunu, kurulum aşamalarını, kurucularının önceki hayatlarını, tecrübelerini bilmez. Bu yüzden aşağıda bir çok kişiyi hayal kırıklığına uğratacak bir infografik paylaşıyorum. Umarım ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.

Girişimcilik, ciddi paralar ve daha önemlisi bilgi birikimi ister. Bunu unutmayalım!