Neler oluyor? (10. yıla çok az kala)

Blogum 10 yaşına girecek neredeyse ama ben 2016 yılında yeni bir yazı bile yazmamışım. Zaten yıllar içerisinde yazıların sayısı o kadar çok seyrekleşmişti ki eskiden her ay en azından bir kaç yazı yazarken şu anda “yıl” üzerinden düşünüyor olmam yeterince üzücü ama yıl bitmeden güzel bir şeyler yazmayı hedefliyorum.

13383770_10154177336268913_1826825568_o

Bu yazıyı kendime mi yazıyorum yoksa okuyacak kişilere mi emin değilim ama bir yerden tekrar başlamak lazım..

Neden Yazamıyorum? 

Beni yakından tanıyanlar bilirler aslında oldukça yoğun bir içerik tüketimim ve bir o kadar da üretimim var ama o kadar farklı platformlar için yazıyorum ki, kendi bloguma onlardan farklı ve benim açımdan “değerli” olacak şeyler yazmak gerçekten zor geliyor. Hele ki benim “değerli” kavramım çok farklı olduğu için yazmam daha da zor oluyor.

Peki Gerçekten Neler oluyor? 

Aslında bu tür bir başlıkla yazmak istemezdim ama durumu açıklayacak bundan iyi bir başlık bulamadım. Normalde blogun “hakkımda” bölümünü hayatımda olan bitenlerden özet başlıklarla güncelliyordum ve orası “neler oluyor?” tadında gelişiyordu fakat orayı da 2012 yılından beri güncellemediğim için burada yazı içerisinde bazı geçmiş gelişmeleri yazıp orayı da güncelleyebilirim. Böylece bir taşla iki kuş vurmuş olurum. 🙂

Peki gerçekten neler oluyor diye bakacak olursak son yıllarda hayatıma yönelik aldığım radikal kararlar göze çarpıyor. Aslında radikal karar demek ne kadar doğru olur bilmiyorum ama şu anda hayatımın ilerlediği yol bu şekilde. En radikal kararım ise 4-5 yıldır mutlu bir şekilde yaşadığım İstanbul’u terketmem oldu. Artık sadece gerekli toplantılara ve gezmeye geliyorum. Siz de deneyin, çok güzel oluyor. Bir de “less is more” var.

Digital Nomad oldum! (Sanırım)

Ceyda Anıl’ın tam da bugün yayına aldığı yazıda sözünü ettiği kişilerden biri oldum. Artık müşterilerim ve yaptığım işler sayesinde dünyanın herhangi bir yerinde çalışabiliyorum ve bu durumu sürdürülebilir hale getirmek için elimden geldiğince çabalıyorum. Henüz tam olarak “dünyanın farklı bir yerinde” yaşayarak çalışıyorum diyemesem de onun için çabalıyorum. Dünya için biraz daha oturmaya başlayan bir kavram olsa da Türkiye’de bu şekilde çalışmak oldukça olağan dışı karşılanıyor ve haliyle sürekli müşteri bulmak oldukça zor oluyor.

Peki nasıl bu şekilde çalışıyorum diyenler için biraz geçmişe bakacak olursak ajans ve kurumsal hayat deneyimlerim sonrası artık kendi projelerimi geliştirdiğim ve bir kaç uzun soluklu müşteri ile sürekli çalıştığım bir işim var. Müşterilerim için içerik üretimi, dijital reklam çalışmaları, internet siteleri, mobil uygulamalar ve sosyal medya odaklı çalışmalar yapıyoruz. Her ne kadar bir ajans gibi görünse de aslında müşterilerin ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştığımız bir model ve beraber çalıştığım kişiler ile aynı ofiste, veya şehirde değiliz. Bazen aynı kıtada bile olamayabiliyoruz.

Burada hem üretici hem de yönetici olarak çalışmaya çalışıyorum. Hem müşterilerimin işlerini ve taleplerini karşılıyor hem de bir yandan kendi projelerimi hayata geçirmeye çalışıyorum. (Bu konuyu daha açık bir şekilde yazabilmem için en az 4-5 sayfalık bir yazı yazmam gerekir. O nedenle devam ediyorum.)

Projeler? 

Son 4 yıl içerisinde gerçekten çok değerli kişilerle çok güzel projelere imza attık. (Kişiler burada çok değerli çünkü yaklaşık 10 yıllık dilimde bir o kadar da “değersiz” kişilerle çalışmak zorunda kaldım.) Bir çok güzel projeyi başarıyla yayına aldık. Başarıyla yayına aldık diyorum çünkü herhangi birinde tam anlamıyla “başarılı” olduk diyemeyeceğim. Ama internet dünyasında sadece hayal olarak başlayan bir fikrin tam da hayal edildiği gibi yayına alınması bence çok büyük bir başarı. Özellikle internet sektöründe çalışıyorsanız ne demek istediğimi çok iyi anlarsınız. Ne bütçelerle projeler hayata geçirilemiyor görseniz oturup ağlarsınız.

Projelerden paylaşmaya değer olanları aşağıda listeliyorum:

  • Twittermeclisi.com adında bir proje geliştirip Türkiye’de siyaset dünyasında aktif yer alan hemen herkesin tüm paylaşımlarını kayıt altına aldığımız ve bir çok farklı şekilde filtrelenmesine imkan veren bir servis geliştirdik. Sabit bir kitleye ulaşmayı başardı ama sonrasında kapatmaya karar verdik. Önümüzdeki dönemde farklı bir şekilde tekrar hayata dönebilir. (Umarım döner.)
  • Hap Haber, adından da anlaşıldığı gibi bir haber platformu fakat şu anda hepimizin isyan ettiği “tıklama haberciliğine karşı” doğmuş bir mobil uygulamaydı. Uygulamaydı diyorum çünkü yayına aldıktan 5-6 ay sonra kapatma kararı aldık çünkü bir çok destek ve download’a karşı aktif kullanıcı sayısında hedeflerimize ulaşamadık ve gördük ki tıklama haberciliğine karşı içten içe bir sempati de yok değil. Kimseyi suçlamıyoruz tabi bu konuda ve hala yayına devam eden güzel projeler (bkz. Nayn.co) var bu alanda ve umuyorum ki başarılı olacaklar.
  • Yuh Oyunu! Evet, mobil uygulama dünyasına hızlı girişimizi oyunlarla 2013 yılında yapmıştık. Sonra bir çok farklı deneyim elde ettik, farklı uygulamalar geliştirdik hem kendimize hem de müşterilerimize. Sonra oyun dünyasına tekrar döndük ve bağımlılık yapabileceğine inandığımız bir arcade oyun geliştirdik. Oyun zor olunca da adını “Yuh” koyduk. Şu anda yaklaşık 70k download ve milyonlarca oynanma ile iOS ve Android platformunda devam ediyor. Biz 120 bölümden sonra geliştirmelere ara verdik fakat oyun her haliyle 120 bölümlük bir oyun, denemediyseniz mutlaka deneyin. 😉
  • Back To Math! İlk göz ağrımız olan ama deneyimsizliklerimiz yüzünden defalarca yeniden yayına almak zorunda kaldığımız ve en sonunda sadece yayına alıp bıraktığımız bir matematik oyunu. Bir gün hak ettiği değeri bulacak ama nasıl bilmiyorum.
  • Yeni bir ürün: Henüz tanıtımını veya lansmanını yapmadığımız fakat 5-6 firmanın kullanmaya başladığı bir müşteri ilişkileri platformu geliştirdik. Bir ihtiyaç üzerine doğan ve şu anda Saas olması için geliştirmeye devam ettiğimiz bu proje de oldukça sevdiğim bir iş oldu. (Yayına aldıktan sonra güncelleyeceğim burayı.)

Bunlar dışında müşterilerimiz için bir çok internet projesi yayına aldık ve almaya devam edeceğiz. Ama özel bir teşekkürü Tüyap’tan Cemran Öder ve Çağdaş Güler’e iletmek istiyorum. Tüyap 35 yıldır yapıyor olsa da biz beraber 3 yıldır Türkiye’nin dört bir yanında onlarca kitap ve sanat fuarları gerçekleştirdik ve çalışma modelime uyum sağladıkları için gerçekten onlara teşekkürü bir borç bilirim. Nice güzel fuarlara…

Daha başka? 

Digital Nomad (sevdim bunu) olduktan sonra ilk olarak Amerika’ya gitme kararı almıştım ve gittim. Yaklaşık 8 ay boyunca Amerika’da yaşama fırsatım oldu. Hem dil eğitimi hem gezi olarak hayatımın en önemli 8 ayı oldu diyebilirim. (Zaman geçtikçe daha da etkisini görüyorum) San Francisco, New Jersey, New York ve Chicago’da geçirdiğim bu dönemi asla unutmayacağım çünkü bende bir gezi tutkusu uyandırdı.

Amerika’dan geldikten sonra iş hayatına atıldığımda ara verdiğim fotoğraf tutkum da tekrar canlandı ve tekrar fotoğraf makinası aldım.

Fotoğraf makinasını alınca durur muyum? Hemen Kamboçya ve Tayland arasında geçecek olan 1 aylık bir geziye çıktım. Amerika’dan sonra bu kadar zıt bir kültürü yaşamak da inanılmaz bir deneyim oldu ve zaten Instagram‘da bıktıracak kadar paylaştım ve paylaşmaya devam edeceğim. Tabi artık teknoloji blogları ve haberleri dışında bir de bireysel gezginleri takip ediyorum her platformda. İlham kaynağı arıyorsanız gezginlerin blogları, Instagram hesapları güzel bir adres. Bkz. icantravel, Rotasizseyyah bunlardan sadece ikisi.

Fotoğraf makinası ve gezi bir araya gelince haliyle Instagram’da da artık daha aktif olmaya başladım. Hatta itiraf etmem gerekir ki Instagram takıntım oluştu. (Ama güzel fotoğraflar paylaşıyorum. Takibe almazsanız darılırım.)

Friendfeed’den sonra bırakamam dediğim Twitter‘da da artık oldukça az paylaşım yapmaya başladım. Bunun akabinde yaşlandığımı düşünmeye başladım ve neden Snapchat kullanamıyorum diye düşünürken artık Snapchat’i daha aktif kullanmaya karar verdim. Tüm gençler bu platformu kullanıyorsa bu sektörde olan biri olarak mutlaka siz de orada olmalısınız. (Tabi ki beni de takibe almayı unutmayın.)

Daha fazla gezi, daha fazla fotoğraf! Bu aralar geliştirdiğimiz yeni projelere ek olarak tek düşünebildiğim şey bunlar. Daha fazla gezi, daha fazla fotoğraf! Barış Özcan’ın videolarından birinde de söylediği gibi “gezmek, bir çeşit dünyayı okuma eylemidir” ve ben giderek daha fazla bağımlısı oluyorum. (Hala takip etmiyorsanız Barış Özcan’ı da hemen takibe alın derim.)

Son olarak evet, gezilerim, notlarım, çektiğim fotoğraflar ve videolar ile beraber bir proje daha yapmak istiyorum. Uzun süredir düşünüyorum ama hala nasıl bir konsept yapacağıma karar vermedim. Umarım karar vermem daha uzun sürmez.

Uzun süre yazmayınca böyle çok şey birikiyor. En başta da değilim gibi bu yazıyı daha çok kendim için yazdım. En azından uzun süre görüşemediğim arkadaşlarım, merak edenlerin de merakı biraz da olsa giderilmiş oldu. Hakkımda bölümünü de biraz daha sadeleştirmiş olarak güncellemeliyim. 10. yıl yazısında görüşmek üzere.

Değerli Bir İş Yapmak mı? Yaptığın İşe Değer Vermek mi?

sevdigin_isi_yap

Konfüçyüs, “iş” hayatı konusunu binlerce yıl önce çözmüş, günümüzde hala bir adım öteye gidebilmiş değiliz! Hala herkes sevdiği işi yapma hayaliyle yaşıyor, bu hayali yaşarken hayat akıp gidiyor. Peki bunu değiştirmenin farklı bir yolu olabilir mi? Yıllardır “sevdiğim işi yapmak istiyorum” sözlerini duyduğumuz beyaz yakalılar hatta mavi yakalılar için başka alternatif olabilir mi? “Sevdiğin işi yapamıyorsun ama yaptığın işi sevmek senin elinde” çok mu Polyanna yorumu olur?

Ne için?

İçinde bulunduğumuz dünya maalesef ki herkese eşit/adil davranmıyor. Bu adaletsizliğin temel sonucu da “mutsuz insanlar” oluyor. Hayatının 3’te 1’ini hep daha iyisi olmak adına okul sıralarında harcamış olan milenyum insanları geri kalan 3’te 2’lik dönemini de çalışarak geçiriyor (emekli olmayı mı hayal ediyordunuz?) İdeal şartlarda yaşayabilmek, ailesinin yaşam standartlarını yüksek tutabilmek ve belki de sadece yaşamak için çalışıyoruz. Hemde sadece 24 saatlik bir günümüzün yaklaşık 10-12 saatini çalışarak harcıyoruz. 7-8 saat de uyku dedin mi zaten kalan 3-5 yorgun saat oluyor. Evet, hepsinin sonucunda 1 haftalık (yaşlıysanız 2 hafta bile olabilir) şakadan bir tatil hakkına sahip oluyorsunuz tabi karşılığında 51 haftanızı mutsuz geçirmeyi taahhüt ediyorsunuz.

Sevdiğin işi yapamıyorsan, yaptığın işi sev!

51 haftamızı sadece 1 haftalık mutluluk için harcamak hatta heba etmek çok zalimce değil mi? Bunun bir çözümü olmalı! Eğer yıllardır hayalini kurduğumuz ve kurmaya devam ettiğimiz işi yapamıyorsak alternatifler aramanın zamanı gelmedi mi? Realist olmak gerekirse ki öyle, iki seçeneğiniz var Holstee Manifesto’sunda söylendiği gibi “if you don’t like your job, quit!”Holstee-Manifesto

İkinci seçenek ise yaptığınız işe değer vermek. Asıl yeteneğinizin olduğunu düşündüğünüz ve yapmak istediğiniz yani değer verdiğiniz işi yapamıyorsanız bazı eksiklikler olmalı.

– Yapmayı istediğiniz iş için yeterince yetenekli değilsiniz

– Gerçekten yapmanız gerekenleri yapmıyorsunuz

– Maddi – manevi eksikleriniz var. Ya işe tam inanmıyorsunuz ya da bunu yapacak yeterli paranız yok

– Hayal dünyasında yaşıyorsunuz (en güzeli)

Bu eksikler için en azından kendinize doğruları söyleyin ve ondan sonra kararınızı verin. Sevdiğiniz işi yapmak için gerekenleri mi yapacaksınız yoksa, halihazırda yapmakta olduğunuz işi yapmaya devam mı edeceksiniz? Senin hayatın, senin kararın!

Şu anda “evet, yapmayı hayal ettiğim işi yapacağım!” diyerek harekete geçtiyseniz dünyanın %90’ının hayatı boyunca aldığı kararlardan daha önemli bir karar aldınız ve herkesin imrenerek baktığı bir insan oldunuz! Umarım bu inançla devam eder ve başarırsınız!

Yaptığı işe değer vermeye karar verip mutlu olmak zorundasınız! 

Almanlar, dünyanın en disiplinli vatandaşları olarak görülürler. Çünkü yaptıkları her işe değer verirler ve en iyisini yaparlar. Yine belgesel izlediğim bir gün (evet ben hep belgesel izleriz) Alman yapımı lüks bir otomobil yapımına denk geldim. Otomobili yapan işçilerden birinin söylediği cümleler beni çok şaşırttı “30 yıldır bu arabanın üzerindeki beyaz çizgiyi çiziyorum” tek görevi bu çizgiyi çizmek olan bu çalışanın ikinci cümlesi şu oldu “ama bu çizgiyi benden iyi kimse çizemez.” Benzer sözler, önemli bir aparatı takan işçinin de ağzından dökülüyordu. Muhtemelen Türkiye’de hiç bir zaman duyamayacağımız sözler. Biz yapılan işe değiş işin büyüklüğüne göre değer biçer, saygı gösterir. Bu nedenle Türkiye’de herkes doktor olmak, mühendis olmak ister, toplumda saygın bir yer kazanabilmek için. Yine bunun sonucunda da yaptığı işi hakkıyla yapmayan, hem çalıştığı şirkete hem kendine hem de işi/hizmeti satın alan müşteriyi zarara uğratan çalışanlar olup çıkıyoruz.

Yaptığımız işe değer verdiğimiz zaman ise güzel bir zincirin ilk halkasını tamamlayabildiğimiz için aslında daha mutlu bir dünyaya da adım atmış oluyoruz. Mutlu bir iş, mutlu bir patron/şirket, mutlu bir müşteri, mutlu bir aile, mutlu bir yaşantı… diye uzatın uzatabildiğiniz kadar.

Evet, kesinlikle çok zor bir şey. Yaptığın işe değer vermek, değer katmak ve sevmeden yaptığın bu işi sevmek çok çok zor bir şey ama bunu yapmak veya hiç yapmadan istediğimiz diğer yola adım atmak isanlık borcumuz.

Çok klasik olacak ama ne mutlu işine değer verene ve tabi ki ne mutlu sevdiği işi yapabilene. (: 

Samsung Genoa C3510 Deneyimim

Bu gün Samsung Genoa telefonum elime ulaştı. Telefon ilk olarak gerçekten ince ve hafif. Bunun yanında dokunmatik ekran olduğu için ekranı geniş bu da iyi bir şey tabi. Özelliklerini sıralama gibi bir niyetim yok, klasik özelliklerini her yerde bulabilirsiniz. Ben madde madde kendi düşüncelerimi ve kullanma fırsatı bulduğum bir kaç telefon ile karşılaştırmasını yapmayı düşünüyorum. Öyle de yapacağım. (:

  • Daha önce iPhone, Nokia 5800, Htc’nin bir modelini (aklıma gelmedi) kullanma şansım oldu. Bunlar dokunmatik ekranlı telefonlar eğer Genoa’nın dokunmatik ekranlarını bunların ekranları ile karşılaştıracak olursak iPhone ve Htc kadar olmasa da Nokia 5800’ın ekranından iyi olduğunu söyleyebilirim. Daha hassas yapılmış.
  • Fiyatını da aklımızdan çıkarmadan karşılaştırmalar yapmamız lazım çünkü fiyatına göre özellikleri zaten çok iyi. Kamera çözünürlüğü 1.3 mpx olduğu için yukarıdaki telefonlar kadar iyi olmasa da işinizi görecek kadar fotoğraf ve video çekimi yapabiliyor. (Yakında fotoğraf ve video örnekleri paylaşacağım.)
  • Ses kalitesi gayet iyi, önceki telefonumda ki konuşurken ses alamama sıkıntısından sonra ilaç gibi geldi. Müziği dışarı verirken ve ya paketten çıkan klasik kulaklıkla dinlerken gerçekten memnun kalacaksınız. Çok müzik dinleyen biri olarak tatmin oldum.
  • Bunun dışında bataryası kaç saat dayanıyor gibi ayrıntıları ilk günden denemedim. Ama burayı güncellerim bir ara. (:

  • Kart ve ya batarya değişimi için arka kapağı çıkarmanız lazım, hafıza kartı için yanda bölme var. Arka kapağı çıkarmak tam bir işkence, çok uğraştım ve kırmadan açmayı başardım. Daha kullanışlı bir şey yapsalardı çok daha iyi olurdu diye düşünüyorum.
  • Telefonda toplam 6 tuş var bunların 3 tanesi ön yüz de, bir tane sol tarafta ses açıp kısmak için ve diğer ikisi de sağ tarafta bunlar da telefon kilidi ve fotoğraf çekimleri için. Yanlardaki tuşlar çok kullanışlı olmuş.
  • Bu telefona özgü olmamakla beraber tüm Samsung telefonları için bir önerim var. Telefonun şarj ve kulaklık girişleri çok kullanışsız oluyor. Takıp çıkarmalar sırasında çok rahat bozulabiliyorlar, bunlar için yeni bir şeyler yapılması gerekiyor. Mutlaka!!!
  • Tam yukarıdaki maddeyi yazdıktan sonra telefonun en üstünde bir de normal kulaklık girişinin olduğunu gördüm. Hemen bir kulaklık denedim ve “Budur!” dedim. Çok sevindim… (:
  • Dokunmatik ekranında ki hassasiyetin iyi olduğunu söylemiştim ama bu hassasiyeti “sürükle-bırak” konusunda çok iyi değil.
  • Bluetooth ile bir dosya alırken alım işlemini onaylamak için (bir kaç yerde daha gördüm) “tamam” yerine “tmm” ve bir de “seçenekler” yerine “scnklr” gibi bir yazı yazılmış. Hiç hoş bir görüntü değildi. Keşke normal yazılsaydı…
  • Mp3 çok iyi çalıyor ama flv desteklemiyormuş. Bunun dışında kendi videoları mp4 formatında kaydettiği halde bilgisayardan gönderdiğim mp4 videoları oynatmayı başaramadım.
  • Kutunun içinden usb kablo çıkmaması kötü olmuş. Keşke olsaydı.
  • *Telefon elimden fırladı ve yere çakıldı (valla istemeden oldu) ama hiç bir şey olmadı. İlginç ama çizilmedi bile. Tabi zamanla kendini gösterecek sorunlara neden olduysa bilmem. (:

Şu anda gördüklerim bunlar. Tecrübelerimi bu yazı altında güncellemeye çalışacağım. Ben şu anda gayet memnun bir durumdayım. Bir de elim alıştığı zaman sorun kalmayacak gibi…

(Ek: Telefonun teknik detayları için buraya bakmanızı öneririm.)

Güncelleme (06.05.2010): 1 Ay sonra yazdığım diğer Samsung Genoa yazım. Yukarıda tamamlanmamış bölümler orada tamamlandı.

Aaaaa 2 Yıl Olmuş

Zaman hızla akıyor diyoruz ya, gerçekten de öyle. Kendi domainimle yazmaya başlamamın üzerinden 2 yıl geçmiş. Yani 3. yaşından gül alacak yarından itibaren. Aslında 3. yaşı oluyor değil mi? Neyse bu yaş olayı her zaman karışık olmuştur zaten. (:

Geçtiğimiz yıl “1 Yıl Olmuş, Pek de İyi Olmuş” diye başlık atıp yazmışım. Ama bu sene o kadar hızlı geçti ki bir şey yazmak aklıma gelmemiş. Bu yüzden blogumdan özür diliyorum. Ama gönlünü almasını bilirim ben Güzel bir tema aramaya başlıyorum. Yeni yılda yeni bir tem hediyem olsun. (:

Neyse 2 haneli yıllarda da böyle güzel samimi yazabilme dileğiyle. Blogu okuyan okumayan ama en çok yorum bırakan arkadaşlara teşekkürlerimi sunuyorum. İyi ki yazıyorum. (:

Mezuniyete Beş Kala

Final haftası da geldi-gitti. Bu günlerde çevrede sürekli keplerle dolaşan öğrenciler görüyorum. Mezunlar…

Her biri ayrı bölümden ayrı zorluklarla (!) mezun olmuş, hayata atılmışlar. Artık gerçek hayat onları bekliyor. Mühendislik fakültesinde olduğum için mezun olanlar da mühendis adayları oluyorlar. Yani zamanında zorunlu stajlarını yapmış, iş tecrübesi edinmiş kişiler. (!)

Acaba, kaç tanesi okuldan sonrasını düşünerek erkenden iş hayatına atılmaya kalmış? Kaç tanesi stajı sadece yapmış olmak için yapmayıp, staj yaparken iş çevresi edinmiş, belki ilerisi için iş görüşmesi sözleri almış? Kaç tanesi bölümü ile ilgili çalışma alanlarını tam anlamıyla, gerçekleriyle araştırıp yapmak istediği şeye karar vermiş? Karar verdiği alanda kendini geliştirmiş?

Maalesef yakınımda ki mezunlar ve konuşmalarını duyduğum mezunların %80′i bu saydıklarımın (aslında herkesin bildiği şeyler) hiç birini yapmamış, sadece şu anda mezun olmuşlar. Ne yapacakları bir iş belli, ne bölümleri ile ilgili bir çevreleri oluşmuş ne de kendi alanlarını önceden belirleyip o alanda gelişme göstermişler. Yani albenileri olmayan kişiler olarak iş hayatına girmeye hazırlanıyorlar. Acaba ne kadar başarılı olacaklar?

Okurken yapmaları gerekenleri şimdi iş hayatında yapmaya başlayacaklar. Önce bir alan belirleyecekler, belki o alanda gelişmek için eğitimler, sertifika programlarına katılacaklar. Düşük ücretler ile iş yaşantısını öğrenip kendilerini kanıtlayacaklar. Çünkü daha önce bir tecrübeleri yok, karşıda ki kişiye bir şey veremiyorlar. Tüm bunları yaptıktan sonra gerçek birer mühendis olup iş yapmaya başlayacaklar. Yani okuldan sonra 1-2 yıl daha öğrencilik hayatı yaşamak zorunda kalacaklar.

Şu anda mezun arkadaşlarımız çok fazla. Ben daha 2. sınıfı bitirdim belki yanlış düşünüyorum ama öğrenci dediğin henüz okurken ilerisini düşünmeli, kendini iş yapmak istediği alanda (illa okuduğu bölüm olacak diye bir şey yok) geliştirmeli, diplomasını eline aldığı zaman hemen birileri ile görüşüp iş hayatına atılabilmelidir. Yoksa üniversiteden mezun olup bir de hayat üniversitesinden mezun olmak zorunda kalacaklar. Bu da tamamen zaman kaybı demek oluyor.

Üniversite okurken kendini geliştirme konusunda yapacaklarının sınırı yok. En büyük fırsatlar okurken eline geçer. Bir kaç bölüm hariç üniversite okumak gerçekten çocuk oyuncağı gibi bir şey. Öyle herkesin dediği gibi “okumak gerçekten zor” diye bir şey yok. Hem okulda başarılı olup hem de geleceğe hazırlanmak hiç ama hiç zor değil.

Bir yerden başlayıp artık hayata atılma vaktidir. Yoksa okulu bitirdikten sonra çevrenizdekiler “bilgisayar mühendisliği okudu ama hala boşta” gibi şeyler diyerek hem sizi hem de okuduğunuz bölümü küçümseyeceklerdir. Ama emin olun bilgisayar mühendisliği okuyup hala boşta olan “o” kişiye okul hayatında kaç sertifika programına katıldığını, kaç seminer de dinleyici olduğunu sorarsanız size aval aval bakacaktır. Bu konuda biraz daha fazla düşünüp erkenden karar vermenin zamanı geldi diye düşünüyorum. Lütfen biraz mantıklı düşünüp ona göre hareket edelim.

studentSN Bloggerini Arıyor

Geçtiğimiz günlerde Sinan Ata‘nın Türkiye operasyonu için başına geçtiği studentSN sitesinin bir ilanını friendfeed’ de gördüm. İlanı Sinan Ata adına Erhan Erdoğan göndermişti. “studentSN bloggerini arıyor” diyorlardı. Tabi ben o sırada İstanbul’da Web günlerinden çıkmış arkadaşlarıma gidiyordum. Arkadaşlarımda da internet olmayınca ilk gün ilanı görmemişim. Dün akşam da bir yere gidip yemek yerken internete girdiğim zaman ilanı gördüm ve hemen “like” edip unutmamak için köşeye aldım. Bu gün ise (şu anda) başvurularda Sinan Ata’nın da dediği gibi ürün ile ilgili düşüncelerimi bir kaç paragraf ile yazıp neden bu işe aday olduğumu belirtmek istiyorum.

Diğer başvuran arkadaşlardan en büyük farkım studentSN’ e 2007 yılı sonlarında üye olmam. Tabi daha Facebook fazla bilinmediği için sosyal ağlar adına bir patlama yaşamıştı o zamanlar. Çok konuşulmuştu. Neyse açıkçası o zamanlar sosyal medya kavramı pek olmadığından öyle ortamları sevmezdim, fazla ilgilenmedim. Şu anda ise orda yazmak için gelişmelerini inceledim.

studentSN adından anlaşıldığı gibi sadece öğrencileri hedefleyen bir ürün. Sadece Türkiye bazında düşününce bile neredeyse 2,5 milyon kişi demek. Sadece bir kesime odaklanmış olması da başarısında ki en büyük etkendir diye düşünüyorum. Bunun dışında site içerisinde üyeler tarafından samimi bir ortam oluşturulmuş, yani biraz kullandığınız zaman çevrenize ki insanlarla ilişkilerinizi güçlendirdiğiniz zaman gayet sıcak bir alanda olduğunuzu anlıyorsunuz ne de olsa sınıfınız. (: Tahminimce kurucularının da amacı sınıf ortamını oluşturmaya çalışmak.

studentSN’in Facebook’dan (çünkü rakip olarak kıyaslanabilecek tek yer) en büyük farkı zaten sadece öğrencilere hitap ediyor olması diyebiliriz. Bunun dışında şirketlerin projelerde karşılarında ki en önemli sorun olan gelir modelinde de farklılıklar var. Facebook klasik reklam tarzında başlayıp maalesef öyle devam etti. Bu gelirle masraflarını karşıladığından bile şüpheliyim. Ama studentSN sürekli internet kullanıcıları için “Top-up” kontör kartları uygulaması ile çok farklı bir gelir modeli uygulama başlattı. Bu sayede site üzerinden daha ucuz fiyatla cep telefonlarına ve sabit telefonlara mesaj gönderebiliyor yine kontör karşılığı oyunlar indirebiliyoruz. Bunun farklı örnekleri mutlaka vardır ama Türkiye de bir ilk olduğunu düşünüyorum. Özellikle ucuza sms özelliği çok güzel düşünülmüş çünkü bilgisayar başındayken başkalarına telefondan mesaj yazmak gerçekten çok zor (:

Bunlar herkesin gözü önünde olan şeyler, sadece bunları düşününce bile studentSN’ in şu anda olduğundan çok daha iyi yerlere geleceğini düşünüyorum. Geçen yıl aldığı 500.000$’lık yatırımı da boşuna almadı (:

studentSN bloggeri olmak istediğim için demiyorum ama gerçekten önü açık bir proje, çok iyi yerlere gelecektir, hele Türkiye bu kadar sosyalleşmeye açken başarısız olma olasılıklarını düşünemiyorum…

Şimdi de “Neden ben?” sorusuna cevap vermeye çalışayım. İlk başta söylediğim gibi gayet eski üyelerdenim (: Bu bir özellik değil aslında çünkü aranan özellikler “Sosyal medyayı etkili kullanma ve blogger olma” ama yine de ek puan getirebilir. Neredeyse 4 yıldır bloggerim diyebilirim. Mutlaka bunun acemilik dönemi, öğrenme aşamaları falan var ama o zamandan bu zamana gerçekten çok büyük, birçok kişinin yaşayınca şaşkınlıkla karşıladığı şeyler yaşadım. Her türlü blog alanında, topluluğunda yer almaya çalıştım. Biraz abarttığımı düşünebilirsiniz ama gerçekten birçok kişini tahmin ettiğinden fazla tecrübeliyim bu konuda. Bunun dışında son 1,5 yıldır ciddi anlamda yazmaya çalışıyorum (çalışıyorum çünkü öğrenme daimi süreçtir). Hayatımı bilgisayar+internet üzerine kurma isteğimi beni az çok tanıyan herkes bilir. Bu isteğin verdiği azimle her alanda yer almaya çalıştığım da aşikâr.

Blog yazarı olup da “sosyal medya” kelimesini bilmeyen yoktur sanırım. Sosyal medya şu anda friendfeed, twitter, facebook dersem çok fazla yanılmış olmam. Bunun dışında tüm dünyanın aktif olarak kullandığı daha onlarca servis var tabi ve hepsi de ayrı ayrı önemli yerler. İnternet şirketleri başta olmak üzere herkes kendisi hakkında söylenenleri takip etmeli, yorumlara, şikâyetlere özellikle internet üzerinden yapılanlara çok özen göstermeli sürekli takip etmelidir. Şu anda aslında studentSN de tam olarak bunu yapmayı hedefliyor. Ben de sürekli bir internet kullanıcısı ve blogger olduğum için sosyal medyada yer almak zorundayım ve alıyorum. Kısaca sosyal medyayı da çok aktif kullanıyor ve sık sık takip ediyorum. Genel anlamda birçok kişi, kurum ve kuruluş hakkında haberleri, yenilikleri ilk duymanın verdiği zevki yaşıyorum. Bu da sanırım studentSN in aradığı özellikler içinde oluyor.

Yani hem blogger olmanın hem de sosyal medyayı takip etme çabalarının bana verdiği yetkiye dayanarak studentSN bloggeri olmaya adayım diyorum.

Saygılar…

Web Günleri

Dün (26 Mart) Yıldız Teknik Üniversitesinde bilişim kulübünün düzenlediği “Web Günleri” isimli seminere katıldım. Kocaeli’ den geldiğim ve tam olarak yerini bilmediğim için o meşhur “Yıldız Yokuşu” denen ölüm yokuşunu yürüyerek çıkmak zorunda kaldım. Hava az yağmur+rüzgârlı olmasına rağmen terledim.

Sonunda üniversiteyi buldum ama seçimlere yaklaşıldığı için güvenlik çok aşırı arttırılmış, olaylar engellenmeye çalışıyordu. Bu yüzden de güvenlik görevlilerine web günlerine geldiğimi anlatana kadar canım çıktı. Sonunda kimliğimi rehin bırakıp girebildim.

En erken gelen olduğum için boş boş dolandım, sadece öğrencilere ait olan internet kullanımından yararlanamadığım için içimden konuştum(!). Salonun önünde beklerken ilk olarak Metin Kahraman geldi, konuşmacı olacaktı ve inanılmaz ama ben tanıyamadım onu, sonradan hatırladım ama ilk görünce konuşmadığım için sonra da konuşamadım. (:

Sonra millet gelmeye başladı, konuşma biraz rötarlı başladı. E-tohum projeleri sırayla geldiler ve hep beraber çok keyifli bir sohbet yaşadık. İnternette şirketleşmenin aşamalarını çok güzel anlattılar, konuştular dinledik. Sonra ara verdik dışarıda da sohbetler devam etti…

Programın ikinci yarısında Bloglar konusu vardı. Konuşma için Devletşah, M. Serdar Kuzuloğlu, Arda Kutsal, Mert Erkal ve Ersan Özer çağırılmıştı. Konukların isimlerinden çok keyifli olacağı belliydi. Sohbet bloglardan para kazanmadan tutun da blog yazarlarının zorluklarına kadar her yerde dolaştı. Çok ama çok eğlenceli bir sohbet oldu. En güzel yerlerinden biri Devletşah hanımın blogunun hikayesini anlatırken “Kocam da dâhil her şeyim blogum sayesinde var” sözü milleti kırdı geçirdi tabi sonra aslında blogunun kocası sayesinde olduğunu itiraf etti.

M. Serdar Kuzuloğlu da blogundan blog yazmaktan söz etti. Yıllarını teknoloji içerisinde geçirdiği için çok büyük bir bilgi birikiminin olduğunu ama bunu hiçbir yerin (Doğan, Doğuş gibi…) kullanamadığnı söyledi, bu bilgilerini blogundan paylaşacakmış ama yavaş yavaş. Bu arada Televidyon’ da izlediğim programında çok iyi konuştuğu dikkatimden kaçmamıştı ve canlı canlı konuşmalarını dinlerken de o ilginç tarzına biraz daha hayran oldum. Adam çok hoş konuşuyor ya (: …

Arda Kutsal’da çok eğlendi ama çok sıkılmış görünüyordu. O sırada bilerek ve ya bilmeyerek çok güzel bir haber yakaladım. Blograzzi yakında bir proje olacak diye söyleniyordu. Aslında “Blograzzi ilk başta blog olarak başlayacak” dedi ama devamı gelmedi. Heyecanla bekliyoruz.

Mert Erkal Problogger olmayı anlattı. Blogdan nasıl para kazanacağını herkese göstereceğini anlattı. Burdan çok derin anlamlar çıkarıldı ama bakalım sonu ne olacak. Ama anladığımız kadarıyla şu anda kazanıyor…

Erhan Özer ise Arda Kutsal, Devletşah hanım ve Mert Erkal’ ın söylemek istemedikleri paraları ile dalga geçiyordu. Friend Feed hastası olduğunu itiraf etti.

Böyle eğlence dolu bir gün geçirdikten sonra şu anda Esenler’ de arkadaşlarımın evindeyim. Hafta sonunu burada geçirmeyi düşünüyorum, benimle görüşmek isteyen varsa beni kaçırmasın. İnternetim yok ama en kısa sürede evime döneceğim…

Disko Kralı

Eğlenmeye otobüste başlamıştık. İzmit merkezden hareket eden otobüste önce Recep İvedik 2 izlemeye başlamıştık ama müzik isteyenler daha çok olunca müzik çalmaya başladı. İsmail Yk çalmaya başlayınca isyan etmeye başladılar. Müzik de kapatıldı ve kızlardan biri sahneye atladı, eline aldığı mikrofon ile şarkı söylemeye başladı. Mikrofon bozuk olduğu için olsa gerek ses kötü çıkıyordu ama gayet iyi eğlendik. Ne de olsa parasını vermiştik eğlenmeye çalışıyorduk (:

Kanal D binasının önünde otobüs durdu. Hep beraber medyayı eline alan Doğan grubunun araçlarını saymaya başladık (star tv, cnn türk, milliyet, kanald, posta…). Sonra güvenliğin yanına gidip Tc kimlik numaralarımız ile beraber sıra beklemeye başladık. Öğrencileri almadan şu sözleri söyledi “Programa zaten gireceksiniz bir sorun yok ama ne olur çişinizi yapın” direk olarak bunu söyledi. Herkes ilk şokunu burada yaşadı tabi. Sonra 2′li gruplar halinde içeri almaya başladılar. Ellerimize birer Disko Kralı davetiyesi verdiler, 2 kişilikti. Sonunda binaya girebildik. Güvenlik kemerimize kadar metalleri çıkarmamızı istedi ve güvenlikten sonra herkes tuvalete gidiyordu. Sonra salonda her üniversiteden öğrencinin beklediği salonda beklemeye başladık. Çok kalabalıktı herkes bir yerlerde oturmuş bekliyordu. Yavaş yavaş içeri almaya başladılar. Üniversite üniversite içeri giriyorduk ama neye göre üniversiteleri alıyorlar kimse bilmiyordu. İçeride rahat oturmak çok önemli olduğu için herkes erken girmeye çalışıyordu ama maalesef kayırma vardı gibi.

İçeri girdiğimiz zaman tribünler dolmuş bize yerdeki minderler kalmıştı. Minderlerde oturmak da tam bir işkenceydi. 2. kayırma da burada bayanlara yapıldı. Sahneye yakın rahat yerlere hep bayanlar alındı boş olan yerlere gitmek istediğimizde izin verilmedi. Çok kötü bir durumdu “hani eşitlik!“. İçerde sıkış tıkış oturmaya başladık. Her gelen öğrenciye yer bulabilmek için fazlasıyla sıkışmıştık ki küçücük salonda 750 kişi vardı. Oturma yerlerini düzenleyen adam da güvenlik görevlisi gibi ilk olarak çiş mevzusunu açtı. “Ne olur çişinizi yapın” diyordu (: …

Sahne bizim şansımıza değişik dizilmişti. Her zaman ki yuvarlak masa yoktu bu yüzden biraz kötü oldu konuklara uzak kaldık. Sahne görevlisi pankart getirenlerin pankartlarını kontrol etti neye göre bakılıyordu bilinmez ama bazı pankartları topladılar.

Program başlamadan önce Okan Bayülgen geldi. Bazı açıklamalar yapmaya başladı. Sahnede konuklar hazır başlayacakları için bizden “sakın yeni gördüğünü belli etmeyin vuuuuv falan yapmayın” dedi. Sonra program gidişatını anlatmaya başladı, kim gelecek ne olacak falan dedi. Program Yusuf Hayaloğlu vefat ettiği için duygusal olacaktı, Okan da “program duygusal bir program olacak” deyince herkes “aaaa” yaptı. Bunun üzerine Okan “tamam merak etmeyin ben her 15 dakika da bir size pipimi göstereceğim” diye bir espri patlattı ki ortalık yıkıldı. Sonra minderlerde oturanlar için “ayaklarınız kıçınıza kaçabilir ama bir şey yapamayacaksınız ona göre” diye uyarıda bulundu ve maalesef haklıydı. Tabi bunlar sahne arkası siz bilmezsiniz (: … Okumaya devam et “Disko Kralı”

Bir süreliğine yönüm belirlendi

Hayatıma yön vermeye gidiyorum…

Cumartesi günü İstanbul’ a gitmeden önce yazmıştım bunu. Cumartesi ve pazar günleri bu konu üzerinde konuşuldu, tartışıldı ve bir sonuca vardık. Şu andan itibaren üniversite 3. sınıf başlayıncaya kadar arada kalan süre içinde yani 6-7 ay gibi bir sürede çok ciddi bir çalışma temposuna giriyorum. Bu temponun en üst seviyede seyretmesini istedim, istedim ki neler yapabileceğimi gösterebileyim.

Bu süre zarfında hem kendi mi geliştirmiş olacağıma hem de isteklere cevap verebilir bir seviyeye gelmiş olacağıma inanıyorum. Tabi her şeyin ilacı zaman yine bizlere neler olacağını gösterecek.

Kendime gerçekten güvendiğimi ve bana güvenenleri de mahcup etmeyeceğimi çok rahat söyleyebilirim. Umarım her şey istediğimiz gibi olur.

Söyleyebileceğim tek şey inanmak. Eğer inanıyorsanız zaten başarmamanız için hiçbir sebep yoktur…

Camiden Sandığa

Bugün cuma. Haliyle cuma namazı da vardı. Evimizin yakınlarında ki camiye gidince kapının önünde gelen giden herkese selam veren bir adam gördüm. Şık giyinmiş, taranmış gelen herkesi selamlıyordu.

Sonra duvarlarda ki afişleri görünce durumu anladım. Bizim mahallenin muhtar adaylarından biriymiş. Muhtar adayımız her şeyi yaptıktan sonra normal olarak halkın içine girip onlarda iyi bir izlenim uyandırmaya çalışmış ve bence çok iyi yapmış. En azından ne derece samimi olduğunu göstermiş oldu.

Şu seçim döneminde parti adaylarının yapmadığı şey kalmadı, her biri ayrı bir yerde atıp tutuyor, topladıkları insanları yalanlarına inandırmaya çalışıyor (şahsi düşüncem). Bir yerlerden buldukları telefon numaralarımıza istemediğimiz saçma sapan reklam mesajları gönderiyorlar ve daha birçok nedenle canımı sıkıyorlar.

Bu kadar nahoş görüntü arasında bu gün o muhtar adayını görünce içim bir hoş oldu. Umarım iyi olan kazanır…